RUHUN SEYRANA ÇIKTIĞI DEMLER
O bildik yumru gelip insanın boğazına oturduğu zaman, gözler hafifçe buğulanıp yürek göğüs kafesinde kuş gibi çırpınmaya başladığı zaman, işte o zaman ruh seyrana çıkmış demektir!
Merhamet ve içtenliğin el ele vererek insan bedeninde dokuduğu o büyük mucize, gözyaşlarının sicim gibi yanaklardan süzüldüğü, duygu selleri altında ezildiğimiz o kutsal an, insan olmanın ayrıcalığını tattığımız andır.
Bazen içli bir türkünün kıvrımlarında, bazen televizyonda seyrettiğimiz bir hasretin yoğunluğunda, bazen de yalnızlığın derinliklerinde yakalarız onu. Sanki ruh seyrana çıkmak için bir bahane arar gibidir. Hangisinin amaç, hangisinin araç olduğunu anlamak zordur, içli türküler ruh seyrana çıksın diye mi yakılır, yoksa ruh seyrana çıktığı için mi?
* * *
Bir eski zaman türküsü der ki: Yaralı bir ceylan dağlar başında / Uyur, yavrusunu görür düşünde / Pervaneler gibi aşk ateşinde / Kerem yanar, Aslı küle dönüşür. Zalim avcının tüfeğinden çıkan kurşun bir ceylanı yaralamıştır. Kan kaybının verdiği halsizlikten olsa gerek, hayvan dağ başında uyuyakalır. Ama düşünde gördüğü ne avcı, ne de can telaşıdır. Düşünde yavrusunu görür, onu özler, tıpkı Aslı’sına duyduğu aşkla yanıp kül olan Kerem gibi!
Acılar içinde kıvranan zarif bir hayvanın, insan yüreğinin tüm maharetini kullanarak yavrusunu düşlemesi, merhamet duygumuzun ayyuka çıkmasına yeter de artar bile. Ya o türküye yüreğinin tüm içtenliğini koyan ozana ne demeli? Dört mısralık bir deyişte insan ve hayvan yüreğinin aynı özelliği taşıdığını vurgulayan aşık, sanki yaratılışın esrarını yakalamış gibidir. Masum bir hayvana acı çektiren de, acısını en dokunaklı dizelerle dile getiren de insanoğludur. Kırıp döken, ama acımasını da bilen, dahası yaralı bir hayvana insan yüreğinin titreşimlerini bağışlayan insan. Düşünde yavrusunu özleyen yaralı bir ceylan imajından etkilenmeyecek tek kişi düşünülebilir mi? Türküdeki içtenliği ve merhameti yakalayan ruhun seyrana çıkmaktan başka çaresi yoktur!
* * *
Yirmi iki yıldır birbirini kaybetmiş ana-kız, televizyon programında sarmaş dolaş olurlar. Gözyaşları seller gibi boşanırken, ananın kızına sarılıp içgüdüsel bir itilişle uzun uzun onu kokladığı görülür. Hasret sona erdi sandığınız bir anda yine gözyaşları, yine sıkı sıkıya sarılmalar, yine uzun uzun koklaşmalar. Sunucunun araya sıkıştırdığı birkaç sorudan sonra canhıraş feryatlar, ağlaşmalar, koklaşmalar devam eder. Baba onların yanı başında sessizce ağlamaktadır, konuşmaya davranır, ama dudakları yaprak gibi titrer. Çaresiz susup gözlerini yumar, gözyaşları yanaklarından süzülür. Hasret ve merhamet girdabı oturduğunuz koltukta sizi de kuşatır ve ruhunuz bilmediğiniz bir alemde seyrana çıkar!
* * *
Uzak bir Anadolu kentinde akşamüstüdür, güneş batmak üzeredir. Akşam kızıllığının tüm renklerinin sergilendiği bir arka avluda, yaşı geçkin kız takunyalarının çıkardığı melodiye uygun kalça hareketleriyle avluyu boydan boya geçer, ocaktaki pilavı karıştırıp demlenmeye bırakır. Yüzünde umduğunu bulamamış insanların bezgin ifadesi vardır. Ocağın önündeki tahta iskemleye yığılırcasına kendini bırakıp gözlerini kapar. Çaresizlik ve umutsuzluk basma entarisinin üstüne düşen ellerine sinmiş gibidir. Başını hafifçe arkaya atarak yüreğinin tüm sancılarını yüklediği bir eski zaman türküsünü yanık sesiyle boşluğa salar. Gesi bağlarında dolanıyorum / Yitirdim yarimi aranıyorum / Bir çift selamına güveniyorum / Gel otur yanıma, aman yanı başıma! Değme sanatçının bu denli içtenlikle okuyamayacağı türkünün dizelerinde buram buram yalnızlık vardır. Ruh daha fazla dayanamaz, hemen seyrana çıkar!
						
						
						
					  
					  O bildik yumru gelip insanın boğazına oturduğu zaman, gözler hafifçe buğulanıp yürek göğüs kafesinde kuş gibi çırpınmaya başladığı zaman, işte o zaman ruh seyrana çıkmış demektir!
Merhamet ve içtenliğin el ele vererek insan bedeninde dokuduğu o büyük mucize, gözyaşlarının sicim gibi yanaklardan süzüldüğü, duygu selleri altında ezildiğimiz o kutsal an, insan olmanın ayrıcalığını tattığımız andır.
Bazen içli bir türkünün kıvrımlarında, bazen televizyonda seyrettiğimiz bir hasretin yoğunluğunda, bazen de yalnızlığın derinliklerinde yakalarız onu. Sanki ruh seyrana çıkmak için bir bahane arar gibidir. Hangisinin amaç, hangisinin araç olduğunu anlamak zordur, içli türküler ruh seyrana çıksın diye mi yakılır, yoksa ruh seyrana çıktığı için mi?
* * *
Bir eski zaman türküsü der ki: Yaralı bir ceylan dağlar başında / Uyur, yavrusunu görür düşünde / Pervaneler gibi aşk ateşinde / Kerem yanar, Aslı küle dönüşür. Zalim avcının tüfeğinden çıkan kurşun bir ceylanı yaralamıştır. Kan kaybının verdiği halsizlikten olsa gerek, hayvan dağ başında uyuyakalır. Ama düşünde gördüğü ne avcı, ne de can telaşıdır. Düşünde yavrusunu görür, onu özler, tıpkı Aslı’sına duyduğu aşkla yanıp kül olan Kerem gibi!
Acılar içinde kıvranan zarif bir hayvanın, insan yüreğinin tüm maharetini kullanarak yavrusunu düşlemesi, merhamet duygumuzun ayyuka çıkmasına yeter de artar bile. Ya o türküye yüreğinin tüm içtenliğini koyan ozana ne demeli? Dört mısralık bir deyişte insan ve hayvan yüreğinin aynı özelliği taşıdığını vurgulayan aşık, sanki yaratılışın esrarını yakalamış gibidir. Masum bir hayvana acı çektiren de, acısını en dokunaklı dizelerle dile getiren de insanoğludur. Kırıp döken, ama acımasını da bilen, dahası yaralı bir hayvana insan yüreğinin titreşimlerini bağışlayan insan. Düşünde yavrusunu özleyen yaralı bir ceylan imajından etkilenmeyecek tek kişi düşünülebilir mi? Türküdeki içtenliği ve merhameti yakalayan ruhun seyrana çıkmaktan başka çaresi yoktur!
* * *
Yirmi iki yıldır birbirini kaybetmiş ana-kız, televizyon programında sarmaş dolaş olurlar. Gözyaşları seller gibi boşanırken, ananın kızına sarılıp içgüdüsel bir itilişle uzun uzun onu kokladığı görülür. Hasret sona erdi sandığınız bir anda yine gözyaşları, yine sıkı sıkıya sarılmalar, yine uzun uzun koklaşmalar. Sunucunun araya sıkıştırdığı birkaç sorudan sonra canhıraş feryatlar, ağlaşmalar, koklaşmalar devam eder. Baba onların yanı başında sessizce ağlamaktadır, konuşmaya davranır, ama dudakları yaprak gibi titrer. Çaresiz susup gözlerini yumar, gözyaşları yanaklarından süzülür. Hasret ve merhamet girdabı oturduğunuz koltukta sizi de kuşatır ve ruhunuz bilmediğiniz bir alemde seyrana çıkar!
* * *
Uzak bir Anadolu kentinde akşamüstüdür, güneş batmak üzeredir. Akşam kızıllığının tüm renklerinin sergilendiği bir arka avluda, yaşı geçkin kız takunyalarının çıkardığı melodiye uygun kalça hareketleriyle avluyu boydan boya geçer, ocaktaki pilavı karıştırıp demlenmeye bırakır. Yüzünde umduğunu bulamamış insanların bezgin ifadesi vardır. Ocağın önündeki tahta iskemleye yığılırcasına kendini bırakıp gözlerini kapar. Çaresizlik ve umutsuzluk basma entarisinin üstüne düşen ellerine sinmiş gibidir. Başını hafifçe arkaya atarak yüreğinin tüm sancılarını yüklediği bir eski zaman türküsünü yanık sesiyle boşluğa salar. Gesi bağlarında dolanıyorum / Yitirdim yarimi aranıyorum / Bir çift selamına güveniyorum / Gel otur yanıma, aman yanı başıma! Değme sanatçının bu denli içtenlikle okuyamayacağı türkünün dizelerinde buram buram yalnızlık vardır. Ruh daha fazla dayanamaz, hemen seyrana çıkar!
 
					
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa