Aykırı Yazılar

Bu blogda, 40 yıl boyunca kaleme aldığım makaleleri okuyacaksınız. Genelde tasavvufi konulara eğilen söz konusu yazılar, ezelden beri insanoğlunun aklını kurcalayan bazı temel sorunlara açıklık getirme iddiasındadır.

22 Nisan 2007 Pazar

VAR GİBİ GÖRÜNEN YOKLAR!

Dinlerin Tanrı ya da “Gerçek” dediği varlığa en uygun sıfat Bilinç Işıması’dır. Öyle bir ışıma ki, en küçük zerresinde bile bilinç taşır. Tohum tanesine devasa bir ağaç gizleyen kudret elbette bilinçsiz olamaz. Varlık alemini ayakta tutan “Tanrısal santral” ışımayı kestiği an tüm evrenler anında çöküverir!
Bilinç Işımasının özü gereği yarattığı ilk şey bilgidir, bilgi de kendi çocuğu sevgiyi yaratır, çünkü bilgelik dönüp görkemli ışımaya baktığında sevgiyle titreşir. Sevgi ise kendi çocuklarını, yani pozitif değerleri yaratır, sevecenlik, fedakarlık, mutluluk, hoşgörü, alçakgönüllülük, dürüstlük, merhamet vs. Demek ki Bilinç Işıması yaratılışı iki kavram üzerine bina etmiştir: Bilgi ve sevgi. Öncelik hangisinde diye sorgulamak eti tırnaktan ayırmaya benzer, bilme isteği içinde sevgiyi zaten taşımaktadır. “Ben bir gizli hazine idim, bilinmeyi diledim, bu yüzden kainatı yarattım” sözü bu manaya işaret eder, yani gizli hazine bilinmeyi kendine olan sevgisinden ötürü dilemiş, bu sevgiden varlık alemi ortaya çıkmıştır.
Bilinç Işımasının kendi bünyesinde bir kanser hücresi yaratması düşünülemez, cehalet ve korkunun, şeytan ve cehennemin bu ışımada yeri yoktur. Çünkü ışığın karanlık yarattığını düşünmek eşyanın tabiatına aykırıdır, abesle iştigaldir! Öyleyse, sosyal hayatta sürekli şahit olduğumuz cehalet, korku, kin, nefret, kıskançlık gibi negatif değerlerin kaynağı nedir, onlara vücut veren kimdir? İşte insanoğlunu binlerce yıl uğraştıran esrar bu soruda yatar, salt bilgi ve sevgi olan Tanrıdan bu negatif değerler nasıl ortaya çıktı?
Gerçek şu ki, negatif değerlerin ontolojik bir varlığı yoktur. Hepsi var gibi görünen yoklar, yani var sanılan illüzyonlardır! Bilinç Işıması kozmostaki boyutlardan aşağı süzüldükçe, özellikle yoğun maddi katmanlara indikçe güç kaybına uğrar ve kaba maddeye nüfuz etmekte zorlanır. Işımanın bu görece zaafı karanlık gibi, ışımadan yayılan bilgi cehalet gibi, sevgi ise korku gibi görünür ya da öyle algılanır. Kısaca, karanlık ışığın, cehalet bilginin, korku ise sevginin yokluğudur. Işığın çevresinde beliren gölgeler gibidir onlar. Ne yazık ki insan bu gölgeleri gerçekmiş gibi, sanki vücutları varmış gibi algılar. Elektrik düğmesi çevrildiğinde, nasıl odadaki karanlık yerini ışığa terk ediyorsa, bilgi ve sevgi geldiğinde cehalet ve korku da yerlerini asli sahiplerine terk ederler. Aydınlatılmış odanın kapısını araladığımızda içerdeki ışık dışarı süzülür, ama dışarıdaki karanlık içeri giremez, çünkü karanlığın içeri girip ışığı boğacak gücü yoktur, o her zaman pasiftir.
Öyleyse; karanlığın, cehaletin, korkunun ve onlardan türeyen negatif değerlerin anası insan bilincidir! Tanrısal ışığı yeterince alamayan insan bilinci ışığın zıddını, yani negatif değerleri yaratır, Tanrının bu değerlerin yaratılmasında hiçbir rolü yoktur. Tevrat’taki tekvin bölümü konuya yeterince açıklık getiriyor zaten. Adem’in cennetten nasıl kovulduğunu hatırlayalım: Bahçede bir sürü ağaç varken, hele “Hayat Ağacı” hiçbir kısıtlamaya tabi değilken, Adem neden Tanrının yasakladığı “İyiyi ve Kötüyü Bilme Ağacı”na ilgi gösterdi? Neden diğerlerini değil de o ağacı yasakladı Tanrı? Çünkü ondan yediği gün Adem’in saflığını yitireceğini, iyiyle kötüyü bilir hale geleceğini, dahası madde aleminin derinliklerinde yitip gideceğini biliyordu! Kutsal metindeki şeytan figürü, cehaletin çocuğu egoyu temsil eder. “İyiyi ve kötüyü bilme ağacı” ise, Tanrıya has yasak bilgiyi, zıtların egemen olduğu dünyayı sembolize eder. Işığın karanlık gibi, bilginin cehalet gibi, sevginin korku gibi göründüğü kaba madde alemini! Ademle Havva, madde alemine inerek iyi ve kötüyü, yani zıtları deneyimlemek istemiş, salt bilgi ve sevgi olan cenneti değil, özgür iradeye sahip olacakları dünyayı seçmişlerdir. Nitekim bu seçim Tevrat’ta Tanrı tarafından şu sözlerle dile getirilir: "İşte, Adam iyiyi ve kötüyü bilmede bizden biri gibi oldu", yani Adam Tanrısal bilgiye sahip oldu, acı çekeceği bir tercih yaptı denmek istenmiştir.
Tam da Tanrının dediği gibi olmuş, insanoğlu efendisi olmak istediği maddenin kölesi haline gelmiştir. Ademoğulları şimdi atalarının yaptığı bu seçimin faturasını ödüyor, cehalet ve korkunun batağında debelenip duruyorlar. Sanıldığı gibi bu seçimin ilk günahla hiçbir ilgisi yok, Adem’in özgür iradesinin gereği Tanrı tarafından yerine getirilmiş, zıtların dünyasına inmesi için kendisine izin verilmiştir.
İnsanoğlunun yüzlerce hayat yaşayarak öğrenmek zorunda olduğu ders işte bu seçimle ilgilidir. Dünyada cehalet ve korku gibi hayaletlerle boğuşarak tekrar ışığın egemen olduğu cennete, yani Tanrının yurduna dönme dersidir bu! Denebilir ki, Tanrı her şeye kadirse neden insanın acı çekmesine göz yumuyor, istese bir çırpıda bu ıstıraba son veremez mi? Hayır veremez! Tanrı kendi yasalarını yok sayamaz, yaratıklarının iradesine müdahale edemez, dahası kendini temaşa imkanından yoksun kalamaz, çünkü tıpkı bir aynada seyreder gibi kendini insanoğlunda seyretmektedir. Bir bakıma bizim aynamıza muhtaçtır Tanrı, gül hatırımız için yarattığı sistemleri yok edemez!
Ama Tanrısal piyes yakında sona erecek, çünkü insanlık son hesaplaşmaya hazırlanıyor. Günümüz uygarlığını oluşturan tüm keşif ve icatların, son 125 yıl içinde gerçekleşmesinin anlamı nedir? Bu olağanüstü bilinç patlaması neyin kanıtıdır? Binlerce yıl yerinde sayan, 125 yıl evvel beygir gücüne ve mum ışığına mahkum olan insanlık, bu büyük sıçramayı bu kadar kısa sürede nasıl yapabildi? Sanki gizli bir el insanlığı arkasından itiyor gibi! Kutsal metinlerdeki kehanet yakında gerçekleşecek, insan canavarla (egoyla) son savaşını yaparak galip gelecektir. Egonun ve vicdanın orduları şimdi insan bedeninde saf tutmuştur, son savaş öyle sanıldığı gibi dünyadaki bir coğrafyada değil, insan bedeni denen mabette yapılacaktır! Stresler, ruhi bunalımlar, ortalığı kasıp kavuran kıyım ve yıkımlar son savaşın belirtileri, karanlığın son çığlıklarıdır, başka bir deyişle kıyam’ın (vicdanın ayağa kalkışı) habercileridir. Sonunda insanlık sahte benliğin (egonun) illüzyon olduğunu anlayıp Tanrısal özüne sahip çıkacak, ışığın güçleri karanlığa galebe çaldığında, Altın Çağ insanoğlunun ayaklarının altına seriliverecektir!

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa