Aykırı Yazılar

Bu blogda, 40 yıl boyunca kaleme aldığım makaleleri okuyacaksınız. Genelde tasavvufi konulara eğilen söz konusu yazılar, ezelden beri insanoğlunun aklını kurcalayan bazı temel sorunlara açıklık getirme iddiasındadır.

11 Ocak 2008 Cuma

PEYGAMBERLERİN GİZLİ MİSYONU

Günümüze kadar süregelen yaygın kanı, peygamberlerin çığırından çıkmış dünyaya ahlak getirdiği yönündedir. Bazılarına göre, Tanrı kullarının sapkın bir yaşam sürdüğünü görmüş, elçilerini göndererek onları hizaya getirmek istemiştir. Böyle düşünenler, peygamber ve ermişlere ahlakla iştigal eden birer öğretmen olmanın ötesinde bir fonksiyonu layık görmezler.
Bize göre doğru ama eksik bir görüştür bu. Peygamberler ahlakçı olmanın ötesinde daha önemli bir misyonun, din kurumlarının ihaneti yüzünden adeta gizli kalmış bir misyonun da sahibidirler. Bunu birkaç kelimeye sığdırmak gerekirse şöyle diyebiliriz: Peygamber ve ermişler insan düşüncesinin evrimini sağlayan bir misyonu da yürütürler.
Söz konusu misyonu kavramak için, peygamberlerden önceki ve sonraki dünyanın değerler sistemine bir göz atmak yeterlidir. Peygamberlerden önceki çok tanrılı din yerini tek Tanrıya bırakmış, kahin ve büyücüler yerlerini tevhit inancının peygamber ve ermişlerine terk etmiş, hurafe ve batıl inançlar kutsal kitaplarla yer değiştirmiştir. Ama düşünce tarihindeki en büyük devrim, somut algının yerini soyut algıya bırakmasıyla yaşanmıştır. Tevhit dinlerinin soyut Tanrı anlayışı, düşünce ve sanatta soyutlamanın yerleşmesine ve insanın düşünce dünyasının zenginleşmesine sebep olmuştur. Daha önce maddeden ötesini göremeyen insan, soyut düşüncenin sonsuz ufuklarına bu sayede yelken açabilmiştir. Unutmamak gerekir ki, insanı hayvandan ayıran en büyük özellik soyutlama yapabilmesidir.
Öte yandan, peygamberlerle birlikte gücün egemenliği erdemin egemenliğine, savaş barışa, yağma ve talan çalma yasağına, cinayet öldürme yasağına, nefs azgınlığı nefsi dizginlemeye, sertlik yumuşaklığa, gösteriş ve israf sadelik ve kanaatkarlığa, düşmanlık bağışlamaya, hile dürüstlüğe, günah tövbekarlığa, maddeye tapınma manayı yüceltmeye, rastgele beslenme hijyenik beslenmeye, soy sop üstünlüğü irfan üstünlüğüne, kabile ahlakı komşu ahlakına, acımasızlık merhamete, şöhret ve servet dünya nimetlerini terke yol açmış, en azından eski dünya değerlerinin karşısına yenileri konarak insanoğlunun düşünce dünyası zenginleştirilmiştir. Elbet peygamberlerin getirdiği bu yeni değerler hemen kabul görmemiş, ama insanların tercih yapma şansı artırılmıştır.
Eski dünyanın insanı; nefsi azgın, dünya malına sahip olabilmek için gözünü budaktan esirgemeyen, şan ve şöhret için her şeyi göze alan, ırza geçmeyi, cinayet işlemeyi, hırsızlık ve talanı mubah sayan bir yaratıktı. Hemcinsleri üzerinde egemenlik kurmak için hile yapmayı, savaşmayı, hatta öldürmeyi doğal sayıyordu. Yapmaktan çok yıkmayı seviyordu, kuralsız ve disiplinsizdi, bu değerler sistemi içinde devindiği sürece gelişmesi imkansızdı. Tek boyutlu, alternatifi olmayan bir düşünce yapısı vardı.
İşte peygamberlerin gizli misyonu bu noktada yararlı oldu. Eski dünyanın değerler sistemine yeni değerler eklendiğinde, insan tercih yapabilme şansını yakalamış, düşünce kendi içinde pozitife doğru devinmeye başlamış, eskiden farkında bile olmadığı yepyeni bir dünya ayaklarının altına serilmiş oldu. Yaşamak için savaşmanın, gasp etmenin ve nefsi kötülüklere alet etmenin şart olmadığı sevgi dolu bir değerler sistemi toplumda yavaş yavaş boy verdi. İnsanoğlu eski alışkanlıklarından kolayca kurtulamasa da, çaresiz ve alternatifsiz değildi, en azından tercih şansı vardı, artık düşünce tek boyutlu değildi.
Nitekim, gün geçtikçe peygamberlerin işaret ettiği ışıklı yola gönül verenler çoğaldı. Bunların içinde, siyasal gücün doruğunda ve dünya nimetinin bolluğunda yaşarken yoksul ve çileli bir hayatı gönül rızasıyla seçen Buda gibi, İbrahim bin Ethem gibi prensler bile vardı. İlahi mesajların cazibesine kapılan bu prenslerin yaptığı fedakarlığı, bugün bir çöpünden bile vazgeçemeyenlerin takdir etmesi zor olmasa gerek!
Her şeyin zıddıyla gelişebileceğini söyleyen yasa, düşünce için özellikle geçerlidir, karşı görüş olmadan hiçbir düşünce gelişemez. İşte bu yüzden, peygamberlerin koyduğu ahlaki kurallar, salt ahlak olmanın ötesinde düşüncenin evrimini sağlayan “ilahi veriler” gibi algılanmalıdır. Ateistlerin bir türlü anlayamadıkları şey, içinde yaşadıkları uygarlığın dünden bugüne insanların yarattığı bir süreç olmadığıdır. Günümüz uygarlığının harcı Musa On Emri vazettiği gün karılmış, insanlık binlerce yıl On Emrin verilerini çeşitlendirip geliştirmekten başka bir şey yapmamıştır. Günümüz hukuk ve ahlakı, Musa’nın taş tabletlerine çok şey borçludur.
Biz, peygamberlerin vazettiği ahlaki kuralların, görünürdeki amacını aşan bazı özellikler taşıdığına inanıyoruz. Tanrının peygamberler vasıtasıyla dünyaya sarkıttığı ip, insanoğlunun hem ahlakını yüceltmiş, hem de beyin kapasitesini artırmıştır. Maddenin dar kalıpları içinde dönüp durarak insanı geliştirebileceğini sananlar yanılıyorlar, ilahi yasalar evreni çekip çeviren yasaların aynısıdır, onları ayrı şeylermiş gibi algılamak idrak bulanıklığından başka bir şey değildir. Diyalektiğin yasaları, Hegel’den de Demokritos’dan da önce peygamberler tarafından biliniyor ve uygulanıyordu. Öyle ki, düşüncenin evrimiyle ilgili hangi konunun altını eşersek eşelim, ta dipte peygamberlerin ayak izini buluruz.
Dikkat edilirse, peygamberlerden önceki ve sonraki değerler sistemi dedik, din öncesi din sonrası demedik. Bu rastgele değil bilinçli bir seçimdi, çünkü dinler ve din adamları, mensubu sayıldıkları peygamberlere asla layık olamamış, ilahi mesajların özünü kasten çarpıtmışlardır. Siyasi otoritelerin çanak yalayıcılığını yapmak onlara daha cazip gelmiş, mensuplarının dünyevi ihtirasları için peygamberlerine ihanet etmişlerdir! Ateistlerin bu konudaki tüm eleştirileri haklıdır. Hiçbir peygamber siyasi otoritelerin kuyruğuna takılın, halkın dini inançlarını sömürün dememiştir, ilahi yasaları boyunduruk gibi kullanın, insanları korkutup hayatlarını karartın diye tavsiyede de bulunmamıştır. Aslında insanı tanrıtanımazlığa iten ilahi yasalar ve onları vazeden peygamberler değil, Tanrı adına ahkam kesen din adamlarıdır! Aklı başında hiçbir insan, peygamberlerin vazettiği kuralların yanlış olduğunu söyleyemez. Seveceksin, çalmayacaksın, öldürmeyeceksin, zina etmeyeceksin, komşunla iyi geçineceksin, anana babana itaat edeceksin diyen insana, söylediklerin yanlış denebilir mi?
Bugün bir Müslüman kendi dininden olmayana gavur diyebiliyorsa, bir Hıristiyan çevresinde Müslümanların bulunmasından rahatsız oluyorsa, bir Musevi kendini “seçilmiş kavmin” üyesi gibi görüp başka dinden olanı küçümsüyorsa, peygamberlerin vazettiği mesajlardan hiçbir şey anlamıyor demektir. İçi boşaltılmış sevgi sözcükleri mırıldanarak görkemli taş binalarda yapılan içtenlikten yoksun ayinlerle hiçbir dinin ayakta kalma şansı yoktur. Bu gerçek şimdiden kendini dayatmaya, din kurumlarını kökünden sarsmaya başlamıştır. Günü geldiğinde yok olacak olan ilahi mesajlar değil, Allah adına dükkan işletir gibi mabet işleten din kurumları olacaktır!

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa