REENKARNASYON VE İSLAM
Bülbül oldum Firdevs bağında öttüm
İnsan sıfatında çok geldim gittim
Sıtkı Baba
Reenkarnasyon (ruhun yeniden bedenlenmesi), tasavvuftaki deyimiyle tenasüh (ruh göçü), oldum olası insanoğlunun zihnini kurcalayan bir konudur. Ölümden sonra insan ruhunun yeni bir bedende varlığını sürdürüp sürdürmediği, bedenlenme zincirinin ne zaman sona ereceği bugün de önemini korumaktadır.
En ilkel dinlerde bile varlığına inanılan reenkarnasyon, özellikle Hinduizm, Budizm, Jainizm, Taoizm ve Sihizm gibi Asya kökenli dinlerde, Orfeizm ve Maniheizm gibi Ortadoğu ve Avrupa dinlerinde büyük kabul görmüş, kadim Mısır ve Çin inançlarında da hararetle savunulmuştur.
Reenkarnasyon, dinsel ve felsefi anlamda ruhun ölümden sonra insan, hayvan ve bazen de bitki olarak birçok kez yeniden bedenlenmesidir. Bedenlenme, ruhun bir önceki yaşamında ulaştığı düzeye uygun bir türün kılığına girerek olur. Amaç ruhun olgunlaşmasını ve Tanrısal öze yaklaşmasını sağlamaktır. Ancak burada yanlış bir inancı düzeltmekte yarar var. İnsan ruhunun hayvan ya da bitki kılığında tekrar enkarne olması bizce mümkün değildir, ayrıca gerekli de değildir. Çünkü insan mertebesine yükselmiş bir ruhun, daha geri bir düzeyi yeniden deneyimlemesi mantıksızdır. Kaldı ki, insan ruhları bireysellik kazanmış ruhlardır, hayvan ve bitkilerde olduğu gibi grup ruhları tarafından yönetilmezler. İnsan ruhunun yeniden bedenlenmesi, bireysel ruh kemale erinceye kadar devam eder. Belirli bir kıvama gelen bireysel ruhun yeniden bedenlenmesi artık söz konusu olmaz. Bu tür varlıklar ışınsal bedenlerle daha yüksek boyutlarda görev yapıyor olabilirler, çünkü evrim asla sona ermeyen bir süreçtir. Budistler bu mertebeye “Nirvana”, tasavvuf erbabı da “Hakk-el yakin” der.
Tevhit dinlerinin reenkarnasyon konusunda takındığı tutum belirsiz, en azından tartışmaya açıktır. Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığa vücut veren kutsal kitaplar, nedense reenkarnasyon konusunda kesin bir yargı vermekten kaçınmışlardır. Söz konusu kitapları yorumlayanlar, reenkarnasyonun varlığına ya da yokluğuna kanıt olacak ayetleri bu metinlerden kolayca bulabilmekte, örneğin İslam alimlerinin reenkarnasyona bakış açısı bu yüzden değişiklik arz etmektedir.Teolojiyle ilgili hemen her konuda kesin yargılar vermeye alışmış Sünni ulema bile, günümüzde reenkarnasyon konusunda ihtilafa düşmüştür. Ulemanın bir kısmı Kuran ve hadis kitaplarından bazı ayet ve hadisleri reenkarnasyonun imkansızlığına delil olarak gösterirken, bir kısmı da değişik ayet ve hadisler kullanarak reenkarnasyonun mümkün olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Reenkarnasyon inancını reddedenler, İslamiyetin ruh göçüne asla geçit vermediğini söyleyerek aşağıdaki ayetleri delil olarak gösteriyorlar: “Nihayet onlardan her birine ölüm geldiğinde, Rabbim beni (dünyaya) geri gönder. Ta ki boşa geçirdiğim hayatımı orada bıraktıklarımla, yararlı çalışmalarla değerlendireyim derler. Asla, bu diyenin geçersiz görüşüdür. Onların ardında ba’s (mahşer) gününe kadar sürecek kabir alemi vardır. (Ba’s için) sura üflendiğinde aralarında ne soy sop vardır, ne de bir soranları” (Müminun Suresi 99-101. Ayetler).
Reenkarnasyona yandaş olanlarsa, bu ayetlerin Kuran’a, insanların “nasıl olsa tekrar dünyaya döneceğiz, eksiklerimizi daha sonra da tamamlarız” avuntusuna kapılmamaları için özellikle konduğunu söylemekte, delil olarak aşağıdaki ayetleri göstermektedirler: “Allah’a nasıl olup da küfrediyorsunuz? Siz ölüler iken o diriltti. Sonra sizi yeniden öldürecek, tekrar diriltecek ve nihayet ona döndürüleceksiniz” (Bakara Suresi 28. Ayet). “Geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü geceye sokarsın ve ölüden diri çıkartırsın, diriden de ölüyü çıkartırsın. İstediğine hesapsız rızk verirsin” (Ali İmran Suresi 27. Ayet). “Ve Allah sizi yerden ot gibi bitirmiştir. Sonra oraya döndürecek, sizi yine (oradan) bir çıkarışla çıkaracaktır” (Nuh Suresi 17-18. Ayetler).
İslam’ın Alevi yorumuna gelince, bilindiği gibi gerek Alevi felsefesi, gerekse Alevi uluları eskiden beri tenasühe sıcak bakan bir yaklaşım içindedir. Orta Asya’dan getirdikleri Şamanist ve Budist ögelerin Alevi yorumunu etkilediği sanılıyor. Özellikle Alevi ozanlarının deyişlerinde tenasüh inancının önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Kaygusuz Abdal Budalaname adlı eserinde şöyle diyor: “Tanrının emri beni çömlekçi balçığı gibi zamanın çarkı üzerine koyup döndürdü…kah insan, kah hayvan eyledi…kah kul olup satıldım, kah tellal olup sattım…kah denizde balık, kah dağlarda ceylan eyledi…kah beni ataya oğul eyledi, kah atayı bana oğul eyledi…nice kere ata belinden ana rahmine, ana rahminden dünyaya geldim. Nice kere bulut olup havaya ağdım, nice kere yağmur olup yere yağdım. Nice bin kere türlü yakalardan baş gösterdim. Nice bin kere değişik yüzler takındım.”
Büyük Alevi ozanı Hatayi ise bir nefesinde şöyle diyor: “Nuh ile ben bir gemiye binmişem / Yusuf’u tufanda sele vermişem / Sanma bu cihana henüz gelmişem / Bunca geldim bunca gittim ezelden.” Yunus Emre ise bir nefesinde şöyle sesleniyor: “Abdürrezzak ol derviş yoldaş edindi beni / Hallac-ı Mansur ile dara asılan benem / İbrahim Ethem baktı, tacı tahtı bıraktı / Hak yoluna uyaktı, ol sırrı duyan benem / Musa peygamber ile bin bir kelime kıldım / İsa peygamber ile göklere ağan benem.” Bu örnekleri alabildiğine çoğaltmak mümkün, çünkü Alevi-Bektaşi deyişlerinin büyük çoğunluğu devriye denen deyişlerden oluşmakta. Devriyeler, Tanrının nitelikleri kendinde belirinceye kadar, insanın evrendeki tüm varlıklardan nasıl süzüldüğünü konu edinen deyişlerdir. Tanrıdan insana (kavs-i nüzul) ve insandan Tanrıya (kavs-i uruç) doğru varlığın kat ettiği aşamaları anlatırlar, yolculuk Tanrıya dönüşle son bulur. Kısaca, insan ruhu olgunluğa ulaşıncaya kadar çeşitli bedenlere girip çıkar. Ayrıca Alevi inancında “kendi cenazesini kendi götüren Hz. Ali” ve “güvercin donunda Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş-ı Veli” motifleri, tenasüh inancının yaygınlığını gösteren önemli söylencelerdir.
Konuya akıl ve mantık penceresinden bakıldığında, reenkarnasyonun pekala mümkün olduğu, dahası gerekli olduğu sonucuna varırız. Tanrı her şeyiyle uyumlu dört dörtlük bir evren yaratmış ve her olguyu birbirine sebep-sonuç ilişkisiyle bağlamıştır. Evrende hiçbir şey rastlantı sonucu oluşmaz ve hiçbir şey bir abes için var olmaz. Bize çok saçma ve gereksiz gelen olgular bile, hikmetini henüz çözemediğimiz deruni bir anlam taşırlar, aklımızın aczini rastlantılarla açıklamak insana özgü bir kolaycılıktır. Yaratılış tümüyle olgun insan üretmeye yarayan devasa bir mekanizmadan başka bir şey değildir. İndirilen tüm kitapların, gelmiş geçmiş tüm peygamber ve ermişlerin görevi, insanın olgunlaşmasını sağlamaktır. Mevcut dinlerin bu amaca ne kadar hizmet ettikleri, insana destek mi, yoksa köstek mi oldukları aşikardır!
Peki, insan-ı kamil (olgun insan) olmak için 60 -70 yıllık bir ömür yeterli midir? Elbette değil! Tarih, bir avuç insanın dışında bu ipi kimsenin göğüsleyemediğini gösteriyor. Çok zahmetli, çok muhteşem bir dekoru (evreni) yaratan Tanrının, bir ucundan sahneye (dünyaya) insan sokup abes bir oyun oynattıktan sonra kaldırıp çöpe atması akla yakın mı? Elbette değil, Tanrı ne insanın 60 -70 senede olgunlaşamayacağını bilmeyecek kadar cahil, ne de bir denemeden sonra onu çöpe atacak kadar müsriftir! Buna ihtimal vermek bile, Tanrının abesle iştigal ettiğine inanmakla eşdeğerdir. Öyleyse, Tanrı yoğurduğu insan hamurunu istediği kıvama gelinceye kadar yoğurmaya devam edecektir! İşte bu yüzden, insan denen hamur bir yaşamda değil, belki bin yaşamda Tanrının ağzına layık hale gelinceye kadar yoğrulmak için dünyaya gelip gidecektir. Akıl ve mantık, Tanrının tasarrufunun bu yönde olduğunu söylüyor.
Eğer bazılarının iddia ettiği gibi, bir tek yaşamdan sonra hesaba çekiliyorsak, doğum esnasında ölen bebekler hangi amelleri yüzünden hesap verecekler? Akli yeteneklerini hayatlarında hiç kullanamamış deliler, doğuştan sakat olan ve adeta bitkisel hayat yaşayan özürlüler hangi günahları yüzünden hesaba çekilecekler? Herkese bir yaşam şansı veren, onu da bazılarına doğru dürüst vermeyen Tanrının adil olduğundan söz edilebilir mi? Adaletsizlik, ancak insana birden fazla yaşam şansı verilerek giderilebilir. Aksi takdirde Tanrıyı kullarına zulmeden bir zalim durumuna düşürmüş oluruz.
Yaratılışın sırrı, reenkarnasyonun var olup olmadığını değil, niçin var olduğunu idrak edenler tarafından çözülecektir. Reenkarnasyon var mı yok mu sorusu teolojinin konusu ise, reenkarnasyon niçin var sorusu tasavvufun konusudur. Teoloji ve tasavvuf el ele vermedikçe bu esrar tam anlamıyla çözülemez.
Bülbül oldum Firdevs bağında öttüm
İnsan sıfatında çok geldim gittim
Sıtkı Baba
Reenkarnasyon (ruhun yeniden bedenlenmesi), tasavvuftaki deyimiyle tenasüh (ruh göçü), oldum olası insanoğlunun zihnini kurcalayan bir konudur. Ölümden sonra insan ruhunun yeni bir bedende varlığını sürdürüp sürdürmediği, bedenlenme zincirinin ne zaman sona ereceği bugün de önemini korumaktadır.
En ilkel dinlerde bile varlığına inanılan reenkarnasyon, özellikle Hinduizm, Budizm, Jainizm, Taoizm ve Sihizm gibi Asya kökenli dinlerde, Orfeizm ve Maniheizm gibi Ortadoğu ve Avrupa dinlerinde büyük kabul görmüş, kadim Mısır ve Çin inançlarında da hararetle savunulmuştur.
Reenkarnasyon, dinsel ve felsefi anlamda ruhun ölümden sonra insan, hayvan ve bazen de bitki olarak birçok kez yeniden bedenlenmesidir. Bedenlenme, ruhun bir önceki yaşamında ulaştığı düzeye uygun bir türün kılığına girerek olur. Amaç ruhun olgunlaşmasını ve Tanrısal öze yaklaşmasını sağlamaktır. Ancak burada yanlış bir inancı düzeltmekte yarar var. İnsan ruhunun hayvan ya da bitki kılığında tekrar enkarne olması bizce mümkün değildir, ayrıca gerekli de değildir. Çünkü insan mertebesine yükselmiş bir ruhun, daha geri bir düzeyi yeniden deneyimlemesi mantıksızdır. Kaldı ki, insan ruhları bireysellik kazanmış ruhlardır, hayvan ve bitkilerde olduğu gibi grup ruhları tarafından yönetilmezler. İnsan ruhunun yeniden bedenlenmesi, bireysel ruh kemale erinceye kadar devam eder. Belirli bir kıvama gelen bireysel ruhun yeniden bedenlenmesi artık söz konusu olmaz. Bu tür varlıklar ışınsal bedenlerle daha yüksek boyutlarda görev yapıyor olabilirler, çünkü evrim asla sona ermeyen bir süreçtir. Budistler bu mertebeye “Nirvana”, tasavvuf erbabı da “Hakk-el yakin” der.
Tevhit dinlerinin reenkarnasyon konusunda takındığı tutum belirsiz, en azından tartışmaya açıktır. Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığa vücut veren kutsal kitaplar, nedense reenkarnasyon konusunda kesin bir yargı vermekten kaçınmışlardır. Söz konusu kitapları yorumlayanlar, reenkarnasyonun varlığına ya da yokluğuna kanıt olacak ayetleri bu metinlerden kolayca bulabilmekte, örneğin İslam alimlerinin reenkarnasyona bakış açısı bu yüzden değişiklik arz etmektedir.Teolojiyle ilgili hemen her konuda kesin yargılar vermeye alışmış Sünni ulema bile, günümüzde reenkarnasyon konusunda ihtilafa düşmüştür. Ulemanın bir kısmı Kuran ve hadis kitaplarından bazı ayet ve hadisleri reenkarnasyonun imkansızlığına delil olarak gösterirken, bir kısmı da değişik ayet ve hadisler kullanarak reenkarnasyonun mümkün olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Reenkarnasyon inancını reddedenler, İslamiyetin ruh göçüne asla geçit vermediğini söyleyerek aşağıdaki ayetleri delil olarak gösteriyorlar: “Nihayet onlardan her birine ölüm geldiğinde, Rabbim beni (dünyaya) geri gönder. Ta ki boşa geçirdiğim hayatımı orada bıraktıklarımla, yararlı çalışmalarla değerlendireyim derler. Asla, bu diyenin geçersiz görüşüdür. Onların ardında ba’s (mahşer) gününe kadar sürecek kabir alemi vardır. (Ba’s için) sura üflendiğinde aralarında ne soy sop vardır, ne de bir soranları” (Müminun Suresi 99-101. Ayetler).
Reenkarnasyona yandaş olanlarsa, bu ayetlerin Kuran’a, insanların “nasıl olsa tekrar dünyaya döneceğiz, eksiklerimizi daha sonra da tamamlarız” avuntusuna kapılmamaları için özellikle konduğunu söylemekte, delil olarak aşağıdaki ayetleri göstermektedirler: “Allah’a nasıl olup da küfrediyorsunuz? Siz ölüler iken o diriltti. Sonra sizi yeniden öldürecek, tekrar diriltecek ve nihayet ona döndürüleceksiniz” (Bakara Suresi 28. Ayet). “Geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü geceye sokarsın ve ölüden diri çıkartırsın, diriden de ölüyü çıkartırsın. İstediğine hesapsız rızk verirsin” (Ali İmran Suresi 27. Ayet). “Ve Allah sizi yerden ot gibi bitirmiştir. Sonra oraya döndürecek, sizi yine (oradan) bir çıkarışla çıkaracaktır” (Nuh Suresi 17-18. Ayetler).
İslam’ın Alevi yorumuna gelince, bilindiği gibi gerek Alevi felsefesi, gerekse Alevi uluları eskiden beri tenasühe sıcak bakan bir yaklaşım içindedir. Orta Asya’dan getirdikleri Şamanist ve Budist ögelerin Alevi yorumunu etkilediği sanılıyor. Özellikle Alevi ozanlarının deyişlerinde tenasüh inancının önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Kaygusuz Abdal Budalaname adlı eserinde şöyle diyor: “Tanrının emri beni çömlekçi balçığı gibi zamanın çarkı üzerine koyup döndürdü…kah insan, kah hayvan eyledi…kah kul olup satıldım, kah tellal olup sattım…kah denizde balık, kah dağlarda ceylan eyledi…kah beni ataya oğul eyledi, kah atayı bana oğul eyledi…nice kere ata belinden ana rahmine, ana rahminden dünyaya geldim. Nice kere bulut olup havaya ağdım, nice kere yağmur olup yere yağdım. Nice bin kere türlü yakalardan baş gösterdim. Nice bin kere değişik yüzler takındım.”
Büyük Alevi ozanı Hatayi ise bir nefesinde şöyle diyor: “Nuh ile ben bir gemiye binmişem / Yusuf’u tufanda sele vermişem / Sanma bu cihana henüz gelmişem / Bunca geldim bunca gittim ezelden.” Yunus Emre ise bir nefesinde şöyle sesleniyor: “Abdürrezzak ol derviş yoldaş edindi beni / Hallac-ı Mansur ile dara asılan benem / İbrahim Ethem baktı, tacı tahtı bıraktı / Hak yoluna uyaktı, ol sırrı duyan benem / Musa peygamber ile bin bir kelime kıldım / İsa peygamber ile göklere ağan benem.” Bu örnekleri alabildiğine çoğaltmak mümkün, çünkü Alevi-Bektaşi deyişlerinin büyük çoğunluğu devriye denen deyişlerden oluşmakta. Devriyeler, Tanrının nitelikleri kendinde belirinceye kadar, insanın evrendeki tüm varlıklardan nasıl süzüldüğünü konu edinen deyişlerdir. Tanrıdan insana (kavs-i nüzul) ve insandan Tanrıya (kavs-i uruç) doğru varlığın kat ettiği aşamaları anlatırlar, yolculuk Tanrıya dönüşle son bulur. Kısaca, insan ruhu olgunluğa ulaşıncaya kadar çeşitli bedenlere girip çıkar. Ayrıca Alevi inancında “kendi cenazesini kendi götüren Hz. Ali” ve “güvercin donunda Anadolu’ya gelen Hacı Bektaş-ı Veli” motifleri, tenasüh inancının yaygınlığını gösteren önemli söylencelerdir.
Konuya akıl ve mantık penceresinden bakıldığında, reenkarnasyonun pekala mümkün olduğu, dahası gerekli olduğu sonucuna varırız. Tanrı her şeyiyle uyumlu dört dörtlük bir evren yaratmış ve her olguyu birbirine sebep-sonuç ilişkisiyle bağlamıştır. Evrende hiçbir şey rastlantı sonucu oluşmaz ve hiçbir şey bir abes için var olmaz. Bize çok saçma ve gereksiz gelen olgular bile, hikmetini henüz çözemediğimiz deruni bir anlam taşırlar, aklımızın aczini rastlantılarla açıklamak insana özgü bir kolaycılıktır. Yaratılış tümüyle olgun insan üretmeye yarayan devasa bir mekanizmadan başka bir şey değildir. İndirilen tüm kitapların, gelmiş geçmiş tüm peygamber ve ermişlerin görevi, insanın olgunlaşmasını sağlamaktır. Mevcut dinlerin bu amaca ne kadar hizmet ettikleri, insana destek mi, yoksa köstek mi oldukları aşikardır!
Peki, insan-ı kamil (olgun insan) olmak için 60 -70 yıllık bir ömür yeterli midir? Elbette değil! Tarih, bir avuç insanın dışında bu ipi kimsenin göğüsleyemediğini gösteriyor. Çok zahmetli, çok muhteşem bir dekoru (evreni) yaratan Tanrının, bir ucundan sahneye (dünyaya) insan sokup abes bir oyun oynattıktan sonra kaldırıp çöpe atması akla yakın mı? Elbette değil, Tanrı ne insanın 60 -70 senede olgunlaşamayacağını bilmeyecek kadar cahil, ne de bir denemeden sonra onu çöpe atacak kadar müsriftir! Buna ihtimal vermek bile, Tanrının abesle iştigal ettiğine inanmakla eşdeğerdir. Öyleyse, Tanrı yoğurduğu insan hamurunu istediği kıvama gelinceye kadar yoğurmaya devam edecektir! İşte bu yüzden, insan denen hamur bir yaşamda değil, belki bin yaşamda Tanrının ağzına layık hale gelinceye kadar yoğrulmak için dünyaya gelip gidecektir. Akıl ve mantık, Tanrının tasarrufunun bu yönde olduğunu söylüyor.
Eğer bazılarının iddia ettiği gibi, bir tek yaşamdan sonra hesaba çekiliyorsak, doğum esnasında ölen bebekler hangi amelleri yüzünden hesap verecekler? Akli yeteneklerini hayatlarında hiç kullanamamış deliler, doğuştan sakat olan ve adeta bitkisel hayat yaşayan özürlüler hangi günahları yüzünden hesaba çekilecekler? Herkese bir yaşam şansı veren, onu da bazılarına doğru dürüst vermeyen Tanrının adil olduğundan söz edilebilir mi? Adaletsizlik, ancak insana birden fazla yaşam şansı verilerek giderilebilir. Aksi takdirde Tanrıyı kullarına zulmeden bir zalim durumuna düşürmüş oluruz.
Yaratılışın sırrı, reenkarnasyonun var olup olmadığını değil, niçin var olduğunu idrak edenler tarafından çözülecektir. Reenkarnasyon var mı yok mu sorusu teolojinin konusu ise, reenkarnasyon niçin var sorusu tasavvufun konusudur. Teoloji ve tasavvuf el ele vermedikçe bu esrar tam anlamıyla çözülemez.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa