“BOŞLARIN BOŞU, HER ŞEY BOŞ !”
Kitabı-ı Mukaddes’in en çarpıcı bölümlerinden biri Vaiz başlığını taşıyan bölümdür. Kral-peygamber Vaiz (Hz Süleyman), yaşamın anlamı üzerine derin düşüncelere dalarak bir ermişin sade, ama kıvrak üslubuyla çetin bir yaşam analizi yapar. Ona göre hayat hiçbir yönüyle yaşanmaya değmez, boşların boşu bir çabadır! Metindeki satırlar sanki umutsuzluk yayan bir kaynak gibi akar durur. Karamsarlığın dozu bazen o denli yükselir ki, insanın tabancayı şakağına dayayıp tetiği çekesi gelir!
Vaiz bölümü şöyle başlar: “Yeruşalim’de kral olan Davud’un oğlu Vaiz’in sözleri: Boşların boşu, Vaiz diyor ki boşların boşu, her şey boş. Güneş altında çektiği tüm emeğinden insanın kazancı nedir? Bir nesil gidiyor, bir nesil geliyor, fakat dünya ebediyen duruyor. Güneş doğuyor, güneş batıyor ve yerine doğduğu yere koşuyor, tüm şeyler yorgunlukla dolu, insan onu söyleyemiyor, göz görmekle doymuyor, kulak işitmekle dolmuyor. Ne vardıysa olacak odur ve ne yapıldıysa yapılacak odur ve güneş altında yeni bir şey yok. Bak bu yenidir diyecek bir şey var mı? Çoktan, bizden evvelki asırlarda olmuştur. Evvelki nesiller anılmıyorlar, gelecek olanlar da kendilerinden sonra gelecekler arasında anılmayacaklar…Ben Vaiz, İsrail’de Yeruşalim üzerine kraldım, güneş altında yapılan bütün işleri gördüm ve işte hepsi boş ve yeli kavramaya çalışmaktır… Büyük işler yaptım, kendime evler yaptım, bağlar diktim, bahçeler ve korular yaptım, köleler ve cariyeler satın aldım, çok malım, sığırlarım ve davarım vardı. Gümüş ve altın ve kralların hazinesini topladım, erkek ve kadın hanendeler ve Ademoğullarının zevk aldıkları şeyler, birçok kadınlar edindim. Ve istedikleri hiçbir şeyi gözlerimden esirgemedim ve ellerimin yapmış olduğu tüm işlere ve yapmak için çektiğim tüm emeğe dönüp baktım ve işte hepsi boş ve yeli kavramaya çalışmaktı ve güneş altında bir kazanç yoktu…Tüm emeğimden nefret ettim, çünkü onu benden sonra gelecek adama bırakacağım. Ve kim bilir o hikmetli mi olacak, akılsız mı? Ve güneş altında kendimi hikmetli gösterip çektiğim tüm emeğim üzerine saltanat sürecek, bu da boş…Güneş altında kötü bir bela var ki onu gördüm, sahibi tarafından kendi zararına saklanılan servet. Ve bu servet işin ters dönmesiyle yok olur. Anasının rahminden nasıl çıktıysa, geldiği gibi yine çıplak gidecek ve elinde götürsün diye emeği için bir şey olmayacak. Bu da kötü bir beladır ve yel için emek çekmesinden ne kazancı oldu? Hem de tüm günlerinde karanlıkta yiyor ve çok sıkılıyor ve hastalığı ve öfkesi var…
Yeryüzünde yapılan boş bir şey var, salih adamlar var ki, onların başına gelen kötü adamların işine göredir. Kötü adamlar var ki, onların başına gelen salih adamların işine göredir, bu da boş…Ve insan kendi ebediyet evine gidecek ve yas tutanlar sokaklarda dolaşacaklar. Gümüş tel kopmadan ve altın tas kırılmadan ve testi çeşmede parçalanmadan ve kuyuda su dolabı kırılmadan ve toprak yere, evvelki haline dönmeden ve ruh onu veren Allah’a dönmeden seni yaratanı hatırla! Boşların boşu diyor Vaiz, her şey boş…”
Boşlar listesi böylece uzayıp gidiyor. İnsanı hayata bağlayan tüm değerler teker teker ele alınıp çürütülerek boşlar mezarlığına atılıyor! Ama Vaiz bununla da yetinmiyor, insanın kendini tüm yaratılmışların efendisi (eşref-i mahlukat) sayan görüşe de karşı çıkıyor, aslında insanın hayvandan farkı olmadığını söylüyor.
“Ve yine güneş altında gördüm ki, hakkın yerinde kötülük var, adaletin yerinde de kötülük var. Yüreğimde dedim, Allah salihe de kötüye de hükmedecektir, çünkü orada her şey için, her iş için bir vakit vardır. Yüreğimde dedim, bu iş Ademoğulları yüzündendir. Allah onları denesin ve kendilerinin ancak hayvan olduklarını görsünler diyedir. Çünkü Ademoğullarının başına gelen hayvanların da başına geliyor ve başlarına gelen şey birdir. Bu nasıl ölüyorsa, öteki de öyle ölüyor, hepsinin bir soluğu var ve adamın hayvana üstünlüğü yoktur, çünkü hepsi boş. Hepsi aynı yere gidiyor, hepsi topraktandır ve hepsi yine toprağa dönüyor. Ademoğullarının ruhunun yukarı çıktığını ve hayvanın ruhunun aşağıya, yere indiğini kim biliyor?”
Tam her şeyden umudu kesmişken, yaşamın gerçekten boş bir çaba olduğuna inanmaya hazırlanırken, Vaiz birdenbire boşlar listesinin içinden hikmeti, yani gönül bilgisini ön plana çıkarıp ona övgüler düzmeye başlıyor.
“Ve gördüm ki ışığın karanlığa üstünlüğü olduğu gibi, hikmetin de akılsızlığa üstünlüğü var. Hikmetli adamın gözleri başındadır, fakat akılsız karanlıkta yürüyor… Keder gülmekten iyidir, çünkü yüzün mahzun olmasıyla yürek daha iyi olur. Hikmetli adamın yüreği yas evindedir, fakat akılsızların yüreği sevinç evindedir. Bir adam için akılsızların türküsünü işitmektense, hikmetlinin azarlamasını işitmek iyidir…Hikmet miras kadar iyidir ve güneş görenler için daha iyidir. Çünkü hikmet siperdir, gümüş de siperdir, fakat bilginin üstünlüğü şudur ki, hikmet kendi sahibini yaşatır. Hikmet, hikmetli adamı şehirdeki on hükümdardan ziyade kuvvetlendirir. Hikmetli adam gibi kim var? Bir şeyin manasını kim bilir? Adamın hikmeti kendi yüzünü aydınlatır ve yüzünün sertliği değişir…Sessizlik içinde işitilen hikmetlilerin sözleri, akılsızlar arasında hükümdar olanın bağırışından iyidir. Hikmet cenk aletlerinden iyidir, fakat bir suçlu çok iyiliği yok eder. Hikmetli adamın ağzının sözleri latiftir, fakat akılsızın dudakları kendisini yutar. Hikmetlinin sözleri üğendireler gibidir ve meclis üstatlarının sözleri iyi çakılmış çiviler gibidir.”
Vaiz daha sonra iyiliği ve sevgiyi yücelten sözler söylemeye başlıyor:
“Biliyorum ki onlar için sevinçli olmaktan ve ömürleri oldukça iyilik etmekten daha iyi bir şey yoktur…Ve ben döndüm güneş altında yapılan tüm işkenceleri gördüm ve işte ezilenlerin gözyaşları ve onları teselli eden yok. Ve onları ezenler tarafından zorbalık ve onları teselli eden yok. Ve ben hala sağ olan yaşayanlardan ziyade çoktan ölmüş olan ölüleri övdüm. Ve doğmamış ve güneş altında yapılan kötü işi görmemiş olanı bunların ikisinden ziyade mutlu saydım…Bir adam yüz çocuk babası olsa ve çok yıllar yaşasa, fakat canı iyiliğe doymamışsa ve bir kabre gömülmemişse, ben derim ki, vaktinden evvel düşürülmüş çocuk ondan daha iyidir. Çünkü boşlukta geliyor ve karanlıkta gidiyor ve adı karanlıkla örtülüyor…İyi ad hoş kokulu yağdan ve ölüm günü bir adamın doğduğu günden iyidir. Yas evine gitmek, ziyafet evine gitmekten iyidir…Suç işleyen yüz kere kötülük edip günlerini uzatsa da, ben iyi bilirim ki Allah’tan korkanlara iyilik olacaktır, fakat kötüye iyilik olmayacak…Git sevinçle ekmeğini ye ve iyi yürekle şarabını iç, çünkü Allah senin işlerinden çoktan razı olmuştur. Esvabın daima ak olsun ve başının üzerinden hoş kokulu yağ eksik olmasın. Sevdiğin karın ile bir hoş hayat geçir, çünkü hayattan ve güneş altında çektiğin emekten payın budur.”
Metni dikkatle incelediğimizde, Vaiz’in insan için iki ayrı standart koyduğunu görüyoruz. Biri, hayatı işine geldiği gibi yaşayan, ona “boşlar” penceresinden bakan sıradan insan. Diğeri, hayatı bilgi ve sevgiyle anlamlı hale getiren olgun insan. Vaiz, bir ermişe özgü derin bakış açısıyla hayat alanını tarayarak yaşamı boş ya da hoş hale getirmenin insanın elinde olduğunu söylemeye çalışıyor. Geçici ve değersiz olana sıkı sıkıya bağlanarak hikmet ve sevgiden yoksun bir hayat sürmek, Vaiz’in indinde “boşlara” hizmet etmek anlamına geliyor. Bu tür insan hırsla yapıştığı her değerin zamanla anlamını yitirdiğini, hele ölüm kapıya dayandığında külliyen yok olduğunu göremiyor. Sonunda insan tüm didinmelerini boşa çıkaran, kendine hiçbir kalıcılık sağlamayan işlerle ömrünü tüketmiş ve boşlar hanesine yazılmış oluyor.
İkinci tür insan hikmetle, yani gönül bilgisiyle hayatın derinliklerine bakabildiği için, sıradan insanın düştüğü tuzaklara düşmüyor, kalıcılık sağlamak uğruna harcanan çabaların, aslında nefsin azgınlıkları olduğunu, geçici ve değersiz şeylere rağbet etmenin insan ruhunu doyurmayacağını biliyor. Bu yüzden hikmet, olgun insan için neyin yapılmaması gerektiğini gösteren bir rehber oluyor. Vaiz metinde açıkça belirtmiyor ama, hikmeti bir amaç değil, araç gibi gördüğünü ima ediyor. Kısaca, hikmet yoluyla sevgiye ulaşmak Vaiz bölümünün ana temasını oluşturuyor.
Vaiz’in sözlerinin ışığında dönüp diğer ermişlerin, örneğin Hacı Bektaş- ı Veli’nin vazettiği düşüncelere baktığımızda, aralarında şaşırtıcı benzerlikler olduğunu görüyoruz. Alevi felsefesinin temel dayanaklarını oluşturan BİLGİ ve SEVGİ kavramlarının, Vaiz aracılığıyla 2.200 senelik derinliklerden karşımıza dikilivermesi aslında pek şaşırtıcı değil. Çünkü tüm ermişlerin ortaklaşa kullandığı bu dil, zaman içinde değerinden hiçbir şey yitirmedi, asla eskimedi, eskimeyecek de. Hacı Bektaş-ı Veli’nin hikmete vurgu yapan şu özdeyişi Vaiz’in düşüncelerini çağrıştırıyor: “Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.” Aşağıdaki dörtlüğü ise, Vaiz’in iyilik ve sevgi konusundaki mesajıyla bire bir örtüşüyor: “Malım, mülküm, servetim hepsi evde kaldı / Eşim, dostum, akrabam geçtiğim yolda kaldı / Dostlarımdan biri benden hiç ayrılmadı / İnanarak yaptığım iyilikler bende kaldı.”
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa