Aykırı Yazılar

Bu blogda, 40 yıl boyunca kaleme aldığım makaleleri okuyacaksınız. Genelde tasavvufi konulara eğilen söz konusu yazılar, ezelden beri insanoğlunun aklını kurcalayan bazı temel sorunlara açıklık getirme iddiasındadır.

17 Kasım 2008 Pazartesi

“İLİM BİR NOKTA İDİ, CAHİLLER ONU ÇOĞALTTILAR”

İşte billur kıvamında bir beyan, işte Hz. Ali’nin damgasını taşıyan ilahi bir hikmet! Hiç mübalağasız hakkında ciltler dolusu kitap yazılacak bir cümledir bu. “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttılar.” Yaratılışın sırrı bundan daha iyi ifade edilemez, böyle bir cevher ancak “ilim şehrinin kapısı”ndan ortalığa saçılabilirdi.

Bu yargının en önemli yanı, vahdet-i vücuda (vücut birliği) yaptığı vurgudur. Cahiller, yani tek’in Gerçek, çok’un illüzyon olduğunu anlamayanlar, onu parçalara bölüp kendi varlıklarını abartma eğilimindedir, yaratılış ormanına bakıp her varlığa hayran olur, ama varlığı varlık yapan özü göremezler! Yaratılış o denli çeşitli, o denli albenilidir ki, hemen her zaman Yaradan’ı gözlerden gizler. Ancak Hz. Ali çapında bir veli çokluğun ardındaki Gerçeği temaşa edebilir ve ilmin (Tanrı’nın) bir “nokta” olduğunu söyleyebilir. Aslında nokta o kadar engindir ki, gelmiş geçmiş tüm yaratılışları kuşatır!
Söz konusu cümleyi anlamakta zorlanan bazı sahabiler, nokta’nın ne anlama geldiğini Hz Ali’ye sormuş, şu yanıtı almışlardır: “Kainatın tüm sırları kutsal kitaplardadır, kutsal kitapların sırrı Kuran’dadır, Kuran’ın sırrı Fatiha suresindedir, Fatiha’nın sırrı Bismillah’tadır, Bismillah’ın sırrı başındaki be harfindedir, be harfinin sırrı ise altındaki noktadadır, işte o nokta benim.” Bazıları bu beyanın iyi örtülmüş bir “Tanrılık iddiası” olduğundan emindir. Ama biz o kanıda değiliz, kainatın sırlarının kutsal kitaplardan be’nin altındaki noktaya kadar süzülüp gelmesi, Şah-ı Velayet’in mikrokozmos’a gönderme yapmasından başka bir şey değildir, çünkü mikrokozmos (insan), makrokozmosun (kainatın) tüm sırlarını barındırır. Kısaca, yukarda nasılsa aşağıda da öyledir, yani Tanrı tüm ilmini hem en büyük parçaya (kainata), hem de en küçük parçaya (insana) aynı özenle yerleştirmiştir. Başka bir deyişle, Tanrının ilmi insanda tecelli eder, çünkü insan yeryüzüne gönderilmiş halifedir, yani Tanrısallığa ilişkin tüm bilgiyi sinesinde toplayan varlıktır. Bu yüzden, Hz. Ali’nin ustaca “Tanrılık iddiasında” bulunduğunu iddia etmek, ona söylemediği şeyi zorla söyletmekten başka bir anlam taşımaz. Kendisi de sağlığında bu haksız isnatlardan yakınmış, şöyle demişti: “Benim yüzümden helak olacak iki tür insan var. Beni sevmede aşırı ileri gidenler ve beni yermede aşırı ileri gidenler.” Tanrılık iddiası, onu sevmede aşırı ileri gidenlerin marifetidir! “Ben Tanrıyım” demekle, “Tanrının tüm ilmi bende tecelli etmiştir, çünkü ben Tanrının halifesiyim” demek arasında dağlar kadar fark olduğunu insaf sahibi her insan bilir.
Öyleyse nokta, tüm varlığın vücut bulduğu ezeli ve ebedi cevherdir. Tanrının Zat mertebesi, yani yaratılıştan önceki “Hiçlik” tir. Orada bırakın varlığı, varlığın kokusu bile yoktur, henüz evrenler yaratılmamış, yani zıtlar alemi tezahür etmemiştir. Kısaca, Tanrının kendi içinde sadece kendini “bildiği” bir Tek’lik halidir, işte Hz. Ali’nin sözünü ettiği nokta bu Tek’liktir. Varlık alemi noktanın, yani Tek’in kendini açığa vurmasından, daha doğrusu tezahür etmesinden meydana gelmiştir. Noktayı çoğaltan cahil ise, varlığın fışkırdığı noktayı değil, noktadan fışkıran çokluğu görür, sanki onların noktadan bağımsız bir vücudu varmış gibi! Nokta olmasa varlığın da olamayacağını idrak edemez, yaratılış ormanında yitip gider. Bu yüzden, gözlerini noktaya değil de, noktadan tezahür eden nesnelere dikenlerin körlüğü ölünceye kadar devam eder. Geçici binekleri (bedenleri) üstünde anlamsızca koşuşturur, ama eninde sonunda her şeye vücut veren “nokta” ya dönerler.
Sıradan insanın vücutların gerisindeki “Vücudu” görmesi zordur, zaten o yüzden cehaleti kalıcıdır, o yüzden dünya denen oyuncak ona sevimli gelir. Ta ki Azrail tırpanı vuruncaya, değersiz bedeninin varla yok arasında salınan bir illüzyon olduğunu anlayıncaya kadar! Gerçek insan ise, Hz. Ali gibi “nokta”nın anlamını kavrayabilen, yani ölmeden önce ölen insandır.

1 Yorum:

Blogger Ümit AKÇAKAYA dedi ki...

Enfes bir yazı, bahsedilen o noktaya geçen gün hocamın verdiği bir örnekle açıklamak isterim. noktayı aslında bir yanan küçük bir dalın ucundaki ateş külü olarak düşünebiliriz, nasıl ki onu hareket ettirdiğimizde, sağa sola, aşağı yukarı salladığımızda sanki ateşten çizgiler varmış gibi görünür ve yanılır insan işte görünen alemden öyle bir yanılsama aslında, özünde her şey bir noktanın tezahürlerinden başka bir şey değil.

19 Haziran 2009 07:46  

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa