KOZMİK ENERJİNİN AHLAKI YOKTUR!
Erdemsiz insanların büyük servetler edinmesi, ömrünü hemcinslerini itip kakarak, soyup soğana çevirerek geçirenlerin bolluk ve konfor içinde yaşaması oldum olası insanın zihnini kurcalamıştır. Bazen iş Tanrıya küfretmeye kadar varır. Eğer Tanrı adil ve sevgi dolu bir varlıksa, bunca faziletli insan dururken zenginliği, sağlığı ve konforu neden en işe yaramaz kullarına vermekte, neden erdemli kalmak için bunca çileye göğüs gerenleri bolluk ve sağlıktan mahrum etmektedir? Eğer erdemin Tanrı indinde bir kıymeti yoksa, eğer bolluk ve sağlık erdemsiz kişilere bol kepçe dağıtılan bir ödülse, ille de dürüst ve erdemli olmanın ne anlamı var? Tanrının bile takdir etmediği bir ahlak abidesi olmak ne işe yarar?
İlk bakışta haklı gibi görünen bu isyanın insanın rahmani yanından değil de şeytani yanından, yani egosundan kaynaklandığı aşikardır. Düz mantık, Sezar’ın hakkının Sezar’a verilmesi gerektiğini söylese de, durum göründüğü gibi değildir. İki sebepten değildir: Birincisi, insanoğlu soruna bir insan gibi yaklaşmakta, olaya Tanrının gözüyle bakmayı es geçmektedir. İkincisi, evrendeki düzeni egosunun dar ufkuna hapsedip kozmik enerjinin nasıl işlediğini anlayamamaktadır.
Eğer insan bu paylaşıma Tanrının gözüyle bakmayı becerebilseydi, aslında O’nun verir gibi görünürken aldığını, alır gibi görünürken verdiğini anlardı! Bu çetrefil alışverişi bir örnek vermeden anlatabilmek hayli zordur. Örneğin, erdemden yoksun bir adam düşünelim, bu zat bolluk ve bereket içinde yüzüyor olsun. Erdemden yoksun olduğu için bedenini rahat ettirmek, arzularını gerçekleştirmek için hemcinslerini itip kakmaktan, soyup soğana çevirmekten çekinmeyecektir. Şimdi bu adamın hesap defterine bakalım. Nedir sonuç? Rahat ve semirmiş bir beden, gelişmemiş fakir bir ruh. Öte yandan, gün doğumundan gün batımına kadar tarlasında çalışan, çileli ve semeresiz bir ömür süren sıradan köylü hiç de imrenilecek biri değildir. Ama onun hesap defterinde sabrı ve metaneti öğrendiği, çileli ömrünün ruhunu olgunlaştırdığı yazılıdır. Gerçi beden rahat yüzü görmemiş, ama ruh ödülünü almıştır.
Kuran bu olguya Allah’ın mekri, yani Allah’ın hilesi diyor. Söz konusu ayet, Tanrı’nın zenginlik verdiği kişiden manevi olgunluğu, manevi olgunluk bahşettiği kişiden maddi serveti esirgediğini söylüyor. Bakara suresindeki bir ayet ise, yukarda belirttiğimiz iki insan tipine şöyle vurgu yapıyor: “Hoşunuza gitmeyen nice şeyler vardır ki, sizin için hayırlıdır ve size hoş gelen nice şeyler vardır ki, sizin için şerdir, siz bilmezsiniz, Allah bilir” Ayrıca Ali İmran suresinin 145. ayeti aynı konuya çok güçlü bir gönderme yapıyor. “Her kim dünya nimetini isterse kendisine ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükafatlandıracağız.” Öte yandan, Hz. İsa ünlü dağdaki vaazında aynı konuya değinip şöyle diyor: “Ne mutlu ruhta fakir (alçakgönüllü) olanlara, çünkü göklerin melekutu onlarındır. Ne mutlu yaslı olanlara, çünkü onlar teselli edilecekler. Ne mutlu merhametli olanlara, çünkü onlara merhamet edilecek.” Ama Hz. İsa’nın konuya en güçlü göndermesi şu iki cümlede ifadesini buluyor. “İnsan tüm dünyayı kazanıp da canını (ruhunu) yitirirse ne kar eder?” ve “Birinciler sonuncu, sonuncular birinci olacak.” Görüldüğü gibi, insanın egosuna hoş ve rahat gelen şeyler Tanrının gözüyle bakıldığında tüm cazibesini yitiriveriyor!
Gelelim insanın bir türlü akıl erdiremediği kozmik enerjinin işleyişine. Eğer niyete bire bir yanıt veren kozmik enerji, sadece erdemli kişilerin niyetine yanıt verecek olsaydı, Tanrı kullarının bir kısmına hizmet ediyor olacak, erdemsizler sistemden dışlanacaklardı. Taraf tutmanın Tanrının adil sıfatıyla bağdaşmaması bir yana, bu durumda evren bir kozmos değil kaos olacaktı. Tanrı adaleti iyi ve erdemli kullarına torpil yaparak değil, kozmik enerjiyi ayrım yapmadan saf niyete endeksleyerek sağlayabilir. O da zaten öyle yapmış, saf niyetle enerjiden talepte bulunan herkese istediği şeyi vermiştir. Kısaca, Tanrı nötrdür, O’nun rahmi niteliğindeki kozmik enerji de nötrdür. Bu doğurgan enerji kesinlikle bir ahlaka sahip değildir! Zaten öyle olduğu için saf niyetle kendinden bir şey talep etmeyen erdemli kişiye hizmet etmemektedir. Enerjinin tek kıstası, istenen şeyin saf niyetle ve irade dolu bir güçle istenmesidir. Tanrıdan bir şey talep ederken duanın içtenlikli olması bu yüzden önemlidir. Hal böyle olunca, erdemli insan dururken enerjinin neden erdemsize bolluk ve sağlık bahşettiği aşikardır. Aslında bahşeden ne Tanrı, ne de kozmik enerjidir, bizzat insanın saf niyeti, iradesi ve içtenliğidir. Tanrının yaptığı tek iş, doğurgan enerjiyi ayrım gözetmeksizin kullarının hizmetine sunmaktan ibarettir.
Öyleyse, kara bahtımıza kızıp Tanrının isteklerimize kulak tıkadığını söylememeliyiz. Ondan bir şey istediğimiz her seferinde, enerji hemen harekete geçip siparişimizi hazırlamaya başlar, ama bir süre sonra istediğimiz şeye layık olmadığımızı, isteğimizin gerçekleşmesinin imkansız olduğunu düşünmeye başlarız. Kozmik enerji her zaman en son niyete yanıt verdiği için, tekrar harekete geçip isteğimizi gerçekleştirir, yani aldığı siparişi iptal eder! Bu durumda suçlanması gereken Tanrı mıdır, yoksa biz miyiz? Bu evren kendim ettim kendim buldum evrenidir, adil bir Tanrının kavi ellerinde şaşmaz yasalarla yönetilir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, insanoğlu kozmik enerjiye hangi siparişi neden verdiğini bilmeli, eğer gerçekleşeceğinden kuşku duyuyorsa o siparişi hiç vermemelidir.
Erdemsiz insanların büyük servetler edinmesi, ömrünü hemcinslerini itip kakarak, soyup soğana çevirerek geçirenlerin bolluk ve konfor içinde yaşaması oldum olası insanın zihnini kurcalamıştır. Bazen iş Tanrıya küfretmeye kadar varır. Eğer Tanrı adil ve sevgi dolu bir varlıksa, bunca faziletli insan dururken zenginliği, sağlığı ve konforu neden en işe yaramaz kullarına vermekte, neden erdemli kalmak için bunca çileye göğüs gerenleri bolluk ve sağlıktan mahrum etmektedir? Eğer erdemin Tanrı indinde bir kıymeti yoksa, eğer bolluk ve sağlık erdemsiz kişilere bol kepçe dağıtılan bir ödülse, ille de dürüst ve erdemli olmanın ne anlamı var? Tanrının bile takdir etmediği bir ahlak abidesi olmak ne işe yarar?
İlk bakışta haklı gibi görünen bu isyanın insanın rahmani yanından değil de şeytani yanından, yani egosundan kaynaklandığı aşikardır. Düz mantık, Sezar’ın hakkının Sezar’a verilmesi gerektiğini söylese de, durum göründüğü gibi değildir. İki sebepten değildir: Birincisi, insanoğlu soruna bir insan gibi yaklaşmakta, olaya Tanrının gözüyle bakmayı es geçmektedir. İkincisi, evrendeki düzeni egosunun dar ufkuna hapsedip kozmik enerjinin nasıl işlediğini anlayamamaktadır.
Eğer insan bu paylaşıma Tanrının gözüyle bakmayı becerebilseydi, aslında O’nun verir gibi görünürken aldığını, alır gibi görünürken verdiğini anlardı! Bu çetrefil alışverişi bir örnek vermeden anlatabilmek hayli zordur. Örneğin, erdemden yoksun bir adam düşünelim, bu zat bolluk ve bereket içinde yüzüyor olsun. Erdemden yoksun olduğu için bedenini rahat ettirmek, arzularını gerçekleştirmek için hemcinslerini itip kakmaktan, soyup soğana çevirmekten çekinmeyecektir. Şimdi bu adamın hesap defterine bakalım. Nedir sonuç? Rahat ve semirmiş bir beden, gelişmemiş fakir bir ruh. Öte yandan, gün doğumundan gün batımına kadar tarlasında çalışan, çileli ve semeresiz bir ömür süren sıradan köylü hiç de imrenilecek biri değildir. Ama onun hesap defterinde sabrı ve metaneti öğrendiği, çileli ömrünün ruhunu olgunlaştırdığı yazılıdır. Gerçi beden rahat yüzü görmemiş, ama ruh ödülünü almıştır.
Kuran bu olguya Allah’ın mekri, yani Allah’ın hilesi diyor. Söz konusu ayet, Tanrı’nın zenginlik verdiği kişiden manevi olgunluğu, manevi olgunluk bahşettiği kişiden maddi serveti esirgediğini söylüyor. Bakara suresindeki bir ayet ise, yukarda belirttiğimiz iki insan tipine şöyle vurgu yapıyor: “Hoşunuza gitmeyen nice şeyler vardır ki, sizin için hayırlıdır ve size hoş gelen nice şeyler vardır ki, sizin için şerdir, siz bilmezsiniz, Allah bilir” Ayrıca Ali İmran suresinin 145. ayeti aynı konuya çok güçlü bir gönderme yapıyor. “Her kim dünya nimetini isterse kendisine ondan veririz, kim ahiret sevabını isterse ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükafatlandıracağız.” Öte yandan, Hz. İsa ünlü dağdaki vaazında aynı konuya değinip şöyle diyor: “Ne mutlu ruhta fakir (alçakgönüllü) olanlara, çünkü göklerin melekutu onlarındır. Ne mutlu yaslı olanlara, çünkü onlar teselli edilecekler. Ne mutlu merhametli olanlara, çünkü onlara merhamet edilecek.” Ama Hz. İsa’nın konuya en güçlü göndermesi şu iki cümlede ifadesini buluyor. “İnsan tüm dünyayı kazanıp da canını (ruhunu) yitirirse ne kar eder?” ve “Birinciler sonuncu, sonuncular birinci olacak.” Görüldüğü gibi, insanın egosuna hoş ve rahat gelen şeyler Tanrının gözüyle bakıldığında tüm cazibesini yitiriveriyor!
Gelelim insanın bir türlü akıl erdiremediği kozmik enerjinin işleyişine. Eğer niyete bire bir yanıt veren kozmik enerji, sadece erdemli kişilerin niyetine yanıt verecek olsaydı, Tanrı kullarının bir kısmına hizmet ediyor olacak, erdemsizler sistemden dışlanacaklardı. Taraf tutmanın Tanrının adil sıfatıyla bağdaşmaması bir yana, bu durumda evren bir kozmos değil kaos olacaktı. Tanrı adaleti iyi ve erdemli kullarına torpil yaparak değil, kozmik enerjiyi ayrım yapmadan saf niyete endeksleyerek sağlayabilir. O da zaten öyle yapmış, saf niyetle enerjiden talepte bulunan herkese istediği şeyi vermiştir. Kısaca, Tanrı nötrdür, O’nun rahmi niteliğindeki kozmik enerji de nötrdür. Bu doğurgan enerji kesinlikle bir ahlaka sahip değildir! Zaten öyle olduğu için saf niyetle kendinden bir şey talep etmeyen erdemli kişiye hizmet etmemektedir. Enerjinin tek kıstası, istenen şeyin saf niyetle ve irade dolu bir güçle istenmesidir. Tanrıdan bir şey talep ederken duanın içtenlikli olması bu yüzden önemlidir. Hal böyle olunca, erdemli insan dururken enerjinin neden erdemsize bolluk ve sağlık bahşettiği aşikardır. Aslında bahşeden ne Tanrı, ne de kozmik enerjidir, bizzat insanın saf niyeti, iradesi ve içtenliğidir. Tanrının yaptığı tek iş, doğurgan enerjiyi ayrım gözetmeksizin kullarının hizmetine sunmaktan ibarettir.
Öyleyse, kara bahtımıza kızıp Tanrının isteklerimize kulak tıkadığını söylememeliyiz. Ondan bir şey istediğimiz her seferinde, enerji hemen harekete geçip siparişimizi hazırlamaya başlar, ama bir süre sonra istediğimiz şeye layık olmadığımızı, isteğimizin gerçekleşmesinin imkansız olduğunu düşünmeye başlarız. Kozmik enerji her zaman en son niyete yanıt verdiği için, tekrar harekete geçip isteğimizi gerçekleştirir, yani aldığı siparişi iptal eder! Bu durumda suçlanması gereken Tanrı mıdır, yoksa biz miyiz? Bu evren kendim ettim kendim buldum evrenidir, adil bir Tanrının kavi ellerinde şaşmaz yasalarla yönetilir. Sonuç olarak diyebiliriz ki, insanoğlu kozmik enerjiye hangi siparişi neden verdiğini bilmeli, eğer gerçekleşeceğinden kuşku duyuyorsa o siparişi hiç vermemelidir.
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa