Aykırı Yazılar

Bu blogda, 40 yıl boyunca kaleme aldığım makaleleri okuyacaksınız. Genelde tasavvufi konulara eğilen söz konusu yazılar, ezelden beri insanoğlunun aklını kurcalayan bazı temel sorunlara açıklık getirme iddiasındadır.

13 Mart 2009 Cuma

VİCDAN ÜSTÜNE

Karakola gidip yıllar önce işlediği cinayeti itiraf eden katil, uzun süre çektiği vicdan azabına dayanamayıp adalete teslim olur. Yaptığı haksızlığı içine sindiremeyen bir diğeri, hemcinsinin gönlünü almaya çalışır. Televizyonda yoksul ailenin dramını izleyen bir başkası, ertesi gün yardım için gecekondunun kapısını çalar. Bu olayların hepsinde ortak bir yan var, insanı iyi ve doğru olanı yapmaya zorlayan bu dürtü nedir? Nereden kaynaklanır, insan bedeninde belirli bir yeri var mıdır?
İnsanlığa çok değerli bilgiler armağan eden bir üstat, söz konusu dürtünün vicdandan kaynaklandığını söylüyor: “Vicdan Tanrının insana uzattığı eldir, çok üstün bir tesirin insanda galebe çalmasıdır. Vicdan denen şey bireyin bünyesinde değil, bünyesinin dışındadır. Fakat evrimin belirli aşamalarından sonra, bu üstün tesir bireyde bir odak oluşturur.” Vicdanın Tanrının insana uzattığı el olduğu doğrudur, ama eli hangi tanrının uzattığı, üstün tesirin insan bünyesinden değilse nereden kaynaklandığı kuşkuludur, en azından izaha muhtaçtır. Nedense insanoğlu vicdanın bedeninde yer aldığına inanmış, onu kendi dışında aramayı düşünmemiştir. Bilge bu konuya şöyle açıklık getiriyor: “İnsan bir tesir yumağıdır, ama bu yumak tutarlı olmayıp çok değişken tesirlerin bir araya gelmesinden oluşan küçük bir odaktır, odağın ortasındaki en parlak nokta vicdanınızdır. Bu parlak nokta, dünyanın sevk ve idaresiyle görevli ikinci dereceden Ruhi Mekanizma’nın yüce ve akışkan bağlantısının merkezidir. Öyle ki vicdanınız Alemlerin Rabbi’nden (Ruhi Mekanizma) sayılır. Geçmişte bu parlak noktayı seyredenler kendilerinde Hakkı bulmuş, o parlak noktanın seyrinden şaşkına dönmüşlerdi!”
Bu açıklama da gösteriyor ki, vicdana tesirler dışardan, dünyanın sevk ve idaresiyle görevli Ruhi Mekanizma’dan gelmektedir. İnsan bir tesir yumağı olarak, maddi olmayan bu akışkan tesirleri alabilme yeteneğindedir. Mekanizma’dan gelen tesirler o kadar güçlüdür ki, geçmişte o parlak noktayı seyredenler Tanrıyı temaşa ettiklerini, hatta onunla birleştiklerini sanmışlardır! İnsanın ruhi bir mekanizmadan tesir almasını yadırgayanlar, Tanrının evrenleri sihirli bir değnekle yönettiğini sanırlar. Oysa tevhidin Tanrısı evrenleri bizzat yönetmez, bu işler için sonsuz bir hiyerarşi içinde örgütlenmiş varlıklarını kullanır. Ruhi Mekanizma, yani Alemlerin Rabbi de söz konusu hiyerarşik örgütlerden biridir, ama Allah değildir!
Acaba insan bir tesir yumağı olarak sadece vicdanın üstün tesirlerine mi açıktır? Bu soruyu bilge şöyle yanıtlıyor: “İnsan bir yanıyla evrenin yüksek tesirlerine, bir yanıyla geri tesirlerine açıktır. Geri tesir olarak nefsiniz, yüksek tesir olarak vicdanınız vardır. Vicdan sesi, insan kişiliğinin en açık ifadesidir, kişilik ancak vicdan sesinin belirmesiyle varlık hükmü kazanır. Kişilik, geri tesir düzeylerinde nefs adı altında gözlemlenir, insanın gerçek düşmanı da nefsidir. Vicdanın gelişebilmesi, Ruhi Mekanizma’dan gelen tesirlerin nefsaniyet tarafından değişikliğe uğratılmadan asıl benliğe ulaştırılmasıyla mümkündür. Hangi tesire açık olacağınız bir bilgi sorunudur, nefs ve vicdan konusunda bilgilenmezseniz ayrım yapamazsınız. İnsanlar genellikle ince nefsaniyetle kaba vicdan sesini birbirine karıştırırlar.” Demek ki, Ruhi Mekanizma’dan gelen üstün tesirlere karşılık, bir başka mekanizmadan geri tesirler gelmektedir. Eğer insan tesirlerin niteliği hakkında bilgi sahibi değilse, kaba vicdan sesiyle ince nefsaniyet sesini birbirine karıştırır, yani nefsaniyetin ince tesirlerinin vicdandan kaynaklandığını zanneder. Tanrının rahim ve rahman oluşu, yani esirgeyen ve bağışlayan oluşu, geri tesirlerin bir rahmet eseri olarak üstün tesirlerle dengelenmesi demektir. İnsan sadece geri tesirlere açık olsaydı asla olgunlaşamazdı.
İnce nefsaniyetle kaba vicdan sesi çok sık birbirine karıştırılır. Taban tabana zıt bu iki tesirin neden birbirine karıştırıldığını bilge şöyle açıklıyor: “Kaynağından çıkan ince bir tesir size aynı incelikte gelemez. Aleminizin yapısı, ruhi auranız, fiziki yapınız ve evrim dereceniz buna uygun değildir, tesir bu yüzden kabalaşmak zorundadır. Ruhi auranız, düşüncelerinizle paralel çalışan eylemlerinizin berraklığı, sadeliği ve yüce amacıyla oluşur. Böylece insan giderek daha şuurlu, daha idrakli ve daha açık vicdanlı olur.” Görüldüğü gibi, tesirlerin istenen incelikte alınabilmesi, kişinin düşünce ve eylemlerinin berraklığına, sadeliğine ve amacının yüceliğine bağlı. Benzer şeylerin birbirini çektiğini söyleyen çekim yasası, bilgenin bu tespitini doğruluyor. Düşünce ve eylemlerdeki berraklık, elbette benzer nitelikteki tesirleri insana çekecektir. Eğer düşünce ve eylemlerde berraklık yoksa, ince nefsaniyetle kaba vicdan sesinin birbirine karıştırılması kaçınılmazdır.
Vicdanla adalet duygusu arasında bağlantı olduğunu vurgulayan bilge, “Adalet duygusu sevgiden üstündür, çünkü onda bilgi hakimdir. Adalet duygusunu sevk ve idare eden, şüphesiz vicdanın makul vicdan düzeyindeki evresidir” diyor. Ama bilgeye göre adalet duygusu vicdanın son durağı değildir, sorumluluk kavramı adaletten daha önemlidir. “Aslında her vicdan sesi ya da uyarısı, doğrudan doğruya bir bilginin çeşitli örtüler altında ortaya çıkışıdır. Vicdanın emrini yerine getiren kişi, size adaletten ve şeriatten söz eder, ama bunların üstünde yer alan bir sebepten dem vurmaz. Böyle oluşu, varlığın sorumluluk denen kavramı ve kolektif eylemi bilmeyişindendir. İnsan sorumluluğu vicdanında değil, inancında idrak etmiştir. Bu aşılması gereken bir evredir, insan için kesinleşmiş bir kaderdir!” Bilgeye göre, insan sorumluluğu inancında idrak ettiği sürece gerçek anlamda sorumluluk yüklenemez, çünkü inanç kaygan bir zemindir, kişinin zannına göre kılık değiştirebilir. Oysa vicdanda idrak edilen sorumluluk değişkenlik göstermez, çok daha istikrarlıdır.
Vicdan neden bu kadar önemli? İnsan ruhuyla bir ilişkisi var mı? Bilge bu sorulara olumlu yanıt veriyor: “İnsandaki en büyük kudret ruhun vicdanlı oluşudur, çünkü ruhun vicdanlı oluşu, en kutsal tesire susamış olmasındandır, yani biri diğerine sahnedir. Bu yüzden insan bilmediğini de bilen, bilecek olan bir varlıktır.” Vicdansız insan olabilir mi? Neden bazı insanların vicdanı diğerlerine nazaran geç uyanır? Bu sorulara bilgenin verdiği yanıt ise şöyle: “Vicdansız varlık olmaz. Vicdansız sanılan varlık, kendine kadar ulaşan ama sadece vicdan düzeyinde kalan tesirleri alamıyor demektir. Vicdanın uyanması demek, Vicdan Planıyla ilgili tesirleri almak demektir.”
Vicdani tesirleri almakta zorlanan insanlar bu talihsizliği doğuştan mı getirirler, yoksa sonradan mı edinirler? Bilge bu soruyu da şöyle yanıtlıyor: “Vicdan, her varlığı belirli incelikteki bir tesirin içine çekmek için faaliyettedir. İlk vicdan sesini duyan kişinin, bu sesi kararsız şekilde karşılayıp bazı yorumlara tabi tutması, bu işin bilgisinden habersiz olduğu için onu sarsıntılar içinde bırakır. O insan açık seçik bir prensibe sahip değildir. Eğer vicdan sesinden evvel bir prensibe sahip olsaydı, vicdan sesi onun için basit bir uyarı olurdu.” Görüldüğü gibi, vicdani tesirleri alamama doğuştan gelen bir talihsizlik değil, bilgi eksikliğinden kaynaklanan bir durum. Eğer insan, tesirlerin niteliği konusunda açık seçik bir bilgiye sahip değilse, vicdanında bir kıpırtı hissedemez.
Tevrat’ta ilginç bir olay anlatılır. Hz. Musa kavmine su bulmak için asasını kayaya vurarak yerden su çıkarır. Oldum olası bu olay bir mucize olarak takdim edilmiştir, oysa din sembolojisinde taşla suyun değişik anlamları vardır. Hz. Musa’nın asasıyla parçaladığı taş nefs taşıdır, çünkü nefsin geri tesirleri billur bir kaynak olan suyun (vicdanın) üstünü örtmektedir. Aslında bu olayda peygamber, asasıyla nefsi parçalayıp vicdanı açığa çıkarmıştır.

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa