KİMLİKLER BAŞ BELASIDIR!
İnsanoğlu bir kimliğe sahip olduğunda kendini güvende hisseder, yalnızlık ve değersizlik duygusundan kurtulduğunu sanır. Her kimliğin bir süreliğine insanı rahatlattığı doğrudur, ama büyü bozulduğunda eskisinden daha huzursuz ettiği de doğrudur. Arayış asla sona ermez, kurtuluş vadeden her kimlik yeni bir hayal kırıklığı ve yeni bir arayışla sonlanır. Sürekli aranan, ama bir türlü bulunamayan o şey nedir?
Edindiği her kimlikle, Tanrının bir parçasını deneyimler insanoğlu, başlangıçtaki tatmin duygusu, o küçük parçayı deneyimlemekten kaynaklansa da, asla aranan şeyin tümü değildir. Örneğin, bir kadına aşık olmak, Tanrının zerresine aşık olmaktır, tümüne değil! Bir ulusa, dine, ideolojiye bağlanmak da öyledir, insanı ancak bir süre avutur. Gerçek şu ki, insandaki Tanrısal cevher aslını aramakta, ama sadece kopyaya ulaşabilmektedir! İşte bu yüzden değersizlik duygusu kişiyi asla terk etmez, yani parça bütünün yerini tutmaz. Kısaca, külli şuura ulaşmadıkça insan rahat yüzü görmeyecek, ne aradığını bilmeden kimlik deryasında aslını aramaya devam edecektir.
Kimlikler bir anlamda baş belasıdır, çünkü hepsi birbiriyle kavgalıdır! Kavga etmeyen kimlik hemen hemen yok gibidir. Meslekler, partiler, sendikalar, devletler, ordular, hatta bayrak ve flamalar bile kavgalıdır! İnsan bir ulus kimliği edindiğinde diğer uluslardan, bir din edindiğinde diğer dinlerden, bir ideoloji edindiğinde diğer ideolojilerden, bir futbol kulübü tuttuğunda diğer kulüplerden kendini yalıtır. Giderek öteki uluslara, dinlere ve ideolojilere yabancılaşır, onlardan üstün olduğunu iddia eder. Edinilen her kimlik, insanı birilerinden ya da bir şeylerden koparır, sonunda Tanrısal cevher kimlik yığınının altında kaybolup gider. Bir noktadan sonra, parçaları bir araya toplayıp salt insan olmak artık imkansızdır.
Sıradan insan kimliksiz yaşayamaz, bir şeye, bir yere tutunmak zorundadır, aksi takdirde kendini boşlukta hisseder. Aslında kimlikler evrimi kolaylaştıran değerli araçlardır, toplumda sürekli sürtüşme yaratıp insanın bir an evvel olgunlaşmasını sağlarlar. Ama bu tarz olgunluk sancılı bir süreçtir, kişi mutluluk ve ıstırap salıncağında bir o yana bir bu yana sallanarak düşe kalka ilerler. Ancak ölüm son noktayı koyduğunda, kimliklerle oynanan bu garip oyunun ne işe yaradığını anlar insan. Sağken çok değer verdiği, üstüne titrediği kimliklerinin şimdi yerinde yeller estiğini, öte alemde kimliksiz de yaşanabildiğini, Tanrısal çekirdeğin dünyasal hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını idrak eder.
Kimliksiz yaşayabilmek ermişlere has bir ayrıcalıktır! Onların ne ulusa, ne dine, ne de ideolojilere ihtiyacı var. Dünyaya özgü şeylerin geçici olduğunu bilir, maddi hiçbir şeye bel bağlamazlar. Bu yüzden bir lokma bir hırkayla yetinir, gösterişten uzak dururlar. Onlara göre kimlik, egosunu tatmin etmek için insanoğlunun kullandığı gereksiz bir örtüdür. Ne var ki sıradan insan bir kimliğe bürünmeden dünyayı sahiplenemez. Sahiplenme hırsı ise tüm kötülüklerin anasıdır, arzular arzuları doğurur, ama hepsinin altında arzuları tetikleyen kimlikler yatar. Sonuç olarak, kimlik dünya insanının giysisidir, bir süre giyilip yıprandığı zaman çöpe atılan hem değerli, hem de değersiz bir giysi!
İnsanoğlu bir kimliğe sahip olduğunda kendini güvende hisseder, yalnızlık ve değersizlik duygusundan kurtulduğunu sanır. Her kimliğin bir süreliğine insanı rahatlattığı doğrudur, ama büyü bozulduğunda eskisinden daha huzursuz ettiği de doğrudur. Arayış asla sona ermez, kurtuluş vadeden her kimlik yeni bir hayal kırıklığı ve yeni bir arayışla sonlanır. Sürekli aranan, ama bir türlü bulunamayan o şey nedir?
Edindiği her kimlikle, Tanrının bir parçasını deneyimler insanoğlu, başlangıçtaki tatmin duygusu, o küçük parçayı deneyimlemekten kaynaklansa da, asla aranan şeyin tümü değildir. Örneğin, bir kadına aşık olmak, Tanrının zerresine aşık olmaktır, tümüne değil! Bir ulusa, dine, ideolojiye bağlanmak da öyledir, insanı ancak bir süre avutur. Gerçek şu ki, insandaki Tanrısal cevher aslını aramakta, ama sadece kopyaya ulaşabilmektedir! İşte bu yüzden değersizlik duygusu kişiyi asla terk etmez, yani parça bütünün yerini tutmaz. Kısaca, külli şuura ulaşmadıkça insan rahat yüzü görmeyecek, ne aradığını bilmeden kimlik deryasında aslını aramaya devam edecektir.
Kimlikler bir anlamda baş belasıdır, çünkü hepsi birbiriyle kavgalıdır! Kavga etmeyen kimlik hemen hemen yok gibidir. Meslekler, partiler, sendikalar, devletler, ordular, hatta bayrak ve flamalar bile kavgalıdır! İnsan bir ulus kimliği edindiğinde diğer uluslardan, bir din edindiğinde diğer dinlerden, bir ideoloji edindiğinde diğer ideolojilerden, bir futbol kulübü tuttuğunda diğer kulüplerden kendini yalıtır. Giderek öteki uluslara, dinlere ve ideolojilere yabancılaşır, onlardan üstün olduğunu iddia eder. Edinilen her kimlik, insanı birilerinden ya da bir şeylerden koparır, sonunda Tanrısal cevher kimlik yığınının altında kaybolup gider. Bir noktadan sonra, parçaları bir araya toplayıp salt insan olmak artık imkansızdır.
Sıradan insan kimliksiz yaşayamaz, bir şeye, bir yere tutunmak zorundadır, aksi takdirde kendini boşlukta hisseder. Aslında kimlikler evrimi kolaylaştıran değerli araçlardır, toplumda sürekli sürtüşme yaratıp insanın bir an evvel olgunlaşmasını sağlarlar. Ama bu tarz olgunluk sancılı bir süreçtir, kişi mutluluk ve ıstırap salıncağında bir o yana bir bu yana sallanarak düşe kalka ilerler. Ancak ölüm son noktayı koyduğunda, kimliklerle oynanan bu garip oyunun ne işe yaradığını anlar insan. Sağken çok değer verdiği, üstüne titrediği kimliklerinin şimdi yerinde yeller estiğini, öte alemde kimliksiz de yaşanabildiğini, Tanrısal çekirdeğin dünyasal hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını idrak eder.
Kimliksiz yaşayabilmek ermişlere has bir ayrıcalıktır! Onların ne ulusa, ne dine, ne de ideolojilere ihtiyacı var. Dünyaya özgü şeylerin geçici olduğunu bilir, maddi hiçbir şeye bel bağlamazlar. Bu yüzden bir lokma bir hırkayla yetinir, gösterişten uzak dururlar. Onlara göre kimlik, egosunu tatmin etmek için insanoğlunun kullandığı gereksiz bir örtüdür. Ne var ki sıradan insan bir kimliğe bürünmeden dünyayı sahiplenemez. Sahiplenme hırsı ise tüm kötülüklerin anasıdır, arzular arzuları doğurur, ama hepsinin altında arzuları tetikleyen kimlikler yatar. Sonuç olarak, kimlik dünya insanının giysisidir, bir süre giyilip yıprandığı zaman çöpe atılan hem değerli, hem de değersiz bir giysi!
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa