Aykırı Yazılar

Bu blogda, 40 yıl boyunca kaleme aldığım makaleleri okuyacaksınız. Genelde tasavvufi konulara eğilen söz konusu yazılar, ezelden beri insanoğlunun aklını kurcalayan bazı temel sorunlara açıklık getirme iddiasındadır.

6 Mart 2009 Cuma

AN’A KİLİTLENMEK

Tasavvuf erbabı, üstat payesini kazanan kişiye “ebul vakt” der. Sözlük anlamı “vaktin çocuğu” ya da “an’ın çocuğu” olan bu tamlama, mutasavvıfın yetkinlik derecesini gösteren bir terimdir. Ebul vakt olan bir üstat zamanın ve mekanın dışına çıkmış sayılır, daha doğrusu bizim zaman ve mekan kavramımız onun için artık geçerli değildir!
Üstat bile olsa, bir insan zaman ve mekanın dışına çıkabilir mi? Elbette çıkabilir. Üstelik içtenlikle isteyen herkes başarabilir bunu, yeter ki gerekli irade ve disipline sahip olabilsin. Zaman ve mekanın dışına çıkmanın son derece basit bir yöntemi vardır: Bunun için iki düşünce arasındaki boşluğa yerleşmek, yani an’a kilitlenmek yeterlidir. İnsan rahat edeceği bir pozisyonda oturup, zihninden tüm düşünceleri kovarak hiçliği yaşadığında, ama hiç düşünmeden yaşadığında an’a kilitlenmiş olur. İşin püf noktası düşünmemektir, çünkü düşünce süreci kaçınılmaz olarak geçmiş ve gelecek yaratır. Geçmiş ve gelecek demek, ıstırap, sevinç veya beklenti demektir, insan geçmiş için üzülür ya da sevinir, gelecek için beklentiye girer. Istırap, sevinç ve beklentilerin kaynağı zaman denen illüzyondur, dün ve yarından kaynaklanmayan ne ıstırap vardır, ne de beklenti.
Geçmişteki mutlulukları hep baş tacı ederiz, ama iş ıstıraba gelince kimse sahiplenmek istemez. Öyleyse ıstıraptan kurtulmak için önce yapay dünya zamanından kurtulmamız gerekir. İşte üstadın iki düşünce arasındaki boşluğa yerleşerek, yani içinde düşüncenin olmadığı an’a kilitlenerek yaptığı iş budur. O artık zamanın ve mekanın hükmünü yitirdiği bir alemdedir, yaratılış öncesi bir “an” sürekliliğinde, eşya ve olaylardan arınmış bir sükunet denizinde! Orada zaman, başlangıcı ve sonu olmayan an’dan, yani sonsuz şimdi’den ibarettir. Orada mekan bir şuur hali, yani farkındalıktır, içinde hiçbir nesnenin olmadığı, ama her şeyin olduğu bir farkındalık! Varlık aleminin tümü o şuurun içinde, ama tezahür etmemiş haldedir. Bilinen, bilinmeyen her şey potansiyel olarak oradadır.
İşin ilginç yanı, üstat o şuur halini deneyimlerken, aynı zamanda dünyanın da farkındadır. Çevresinde olup biten her şeyi, karıncanın ayak sesini bile duyar! Kendisi dünyada değildir, ama dünya onun içindedir, yani varolan her şey farkındalık alanındadır. Üstadın o andaki halini tarif etmek gerekirse, tepeden tırnağa farkındalık kesilmiş Tanrısal odak demek abartı sayılmaz. Bu noktada akla gelen ilk soru şudur: Üstat an’a kilitlenmediği zaman aynı farkındalık halini sürdürebilir mi? Bazıları sürdürebilir, çünkü farkındalık günlük hayatın bir parçası olmuş, yani alışkanlık haline gelmiştir. Ama çoğunluğun aynı beceriyi günlük hayatta da sürdürebildiğini söylemek zordur. Farkındalık hali, sürekli cennette yaşamak gibi bir şeydir, yani varlık alemiyle barışık olmaktır, dahası Tanrıdan ayrı bir varlığı olmadığını bilmek ve buna iman etmektir.
An’a kilitlenmenin nasıl bir ayrıcalık olduğunu anlamak için, söz konusu hali kıyısından köşesinden bir kez tatmak yeterlidir. Başlangıçta dipsiz bir kuyuya düştüğünü zanneder insan, eğer korkuya kapılıp tekrar dünyaya dönmezse, mutluluğun zirvesinde yüzerken bulur kendini. Orada insanı şuna ya da buna bağlayan nedensellik zincirleri yoktur, orada ıstırap ve keder, geçmiş ve gelecek yoktur, orada hesaplaşma ve kin, hastalık ve ölüm yoktur. Her şey sonsuz şimdide biteviye akar gider. Başlangıçta hissedilen boşluğa yuvarlanma hissi, aslında egonun dizginleri ele geçirdiği, insanı tekrar dünyaya çağırdığı andır. O korkuya teslim olmayan cennetle ödüllendirilir!

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa