RUH KUSURSUZDUR
Reenkarnasyon, insan ruhunun her seferinde değişik bir bedene bürünerek maddi dünyalara inip deneyim geçirmesidir. Bu konuda akla gelen ilk soru şudur: Ruh deneyime neden ihtiyaç duyar? Ruhun deneyim geçirmesi, doğal olarak onun kusurlu ve eksik bir varlık olduğunu düşündürür insana. Acaba insan ruhu kusurlu mudur, yoksa kusursuz mu? Ruh elbette kusursuzdur, Tanrıdan tezahür eden parçanın kusurlu olduğunu düşünmek, bütünün de, yani Tanrının da kusurlu olduğunu ima eder. Öyleyse insan ruhu neden deneyim için maddi dünyalara inmektedir?
Aslında bu sorunun yanıtı basittir. Ruh dünyalara maddeyi yüceltmek için iner, çünkü evrensel yasa, evrim skalasındaki her varlığın bir alttakini yüceltmek zorunda olduğunu söyler. Kozmik sistemin evrim motoru böyle çalışır, olgunlaşmak zorunlu olarak başkalarını da olgunlaştırmayı gerektirir, aksi takdirde bu devasa çarkın saat gibi işlemesi imkansız hale gelirdi. Kısaca, sistemin bir kaos değil de bir kozmos olarak işlev yapması bu evrensel yasaya bağlıdır denebilir.
Bu olgu da kaçınılmaz olarak şu soruyu akla getirir: İnsan ruhu maddeyi yüceltme görevini nasıl yerine getirir? Örneğin, evlerimizde beslediğimiz kedi ve köpekleri ya da kuşları ele alalım. Onlarla dostluk kurduğumuz her seferinde, bu yaratıklara hayvan ruhunda bulunmayan bir özellik, yani bireysellik bilinci kazandırır, bazı insani niteliklerimizi onlara da aşılarız. Kedi, köpek ve kuşlarımız artık bizim gibi sevinmeye, üzülmeye, küsmeye, hatta şaka yapmaya alışırlar! Ama bu arada biz de onlardan bir şeyler öğreniriz, örneğin köpekler bize sadakatin ne olduğunu öğretirler. İşte bu karşılıklı ilişki hem bizi, hem de hayvanları olgunlaştırır. Üstelik söz konusu ilişki sadece hayvanlarla sınırlı değildir, aynı zamanda bitkileri de kapsar. Örneğin, sevgi sözcükleriyle yetiştirilen bir çiçek daha çabuk boy atar, domates tarlada çürümektense, bir insan tarafından tüketilmekten haz duyar, çünkü kendinden üstün bir organizmaca özümsenerek onurlandırılmış olur. Ağaçlarla, kayalarla, hatta toprakla kurduğumuz ilişki de böyledir. Bir ağaç ya da kaya, kendisine gösterdiğimiz özel ilginin farkındadır, bu yüzden bizden hoşnuttur! İnsan ruhu için bundan daha yüce bir amaç düşünülebilir mi?
Ama insan ruhunun görevi burada bitmez, maddeyi yüceltmeyi öğrendiği oranda dünyalar yaratıp yönetmeyi de öğrenir. Belirli bir düzeye gelen insan ruhuna, örneğin bir gezegen yaratma ve onu yönetme yetkisi verilebilir. Geceleri gökyüzünde parlayan yıldızların her biri kemale ermiş bir ruhun bedenidir, biz aslında yıldızlara değil, gelişmiş bir ruhun bedenine bakmaktayız! Örneğin şu güzelim dünyamız, Dünya Rabbi denen ruhun bedeninden başka bir şey değildir! Gezegenler, galaksiler, evrenler yaratmak ve onları yönetmek, işte insan ruhunun maddi dünyalardaki deneyiminin meyveleri bunlardır.
Tanrının sihirli bir değnekle evrenleri yaratıp tek başına yönettiğini söylemek safdilliktir, çünkü Tanrının yaratma ve yönetmeyle hiçbir ilgisi yoktur. O sadece olur, yani yaratılışı ayakta tutan bilinç ışığını ya da kozmik enerjiyi boşluğa yayar. Gerisi kemale ermiş varlıkların işidir, evrenleri yaratıp yönetmek, kozmik yasaları uygulamak, hatta insan bedenini ilahi murada uygun şekilde dizayn etmek bile onlara aittir! Sıradan birinin, insan ruhunun yeteneklerine bu kadar geniş açıdan bakmasını beklemek pek gerçekçi olmaz, hala putperestliğin Tanrı anlayışını sürdüren insanoğlu bu büyük tabloyu görmekten acizdir. Basit bir dünya şirketinde bir sürü müdür, müdür yardımcısı ve amir olmasını gayet doğal karşılar, ama koskaca evrende Tanrının gelişmiş varlıklardan oluşan bir hiyerarşiye sahip olmasını yadırgar. Varlığını yüzeysel olarak kabul ettiğimiz Mikail, Cebrail, İsrafil, Azrail gibi melekler, Tanrının her işini sihirli bir değnekle gerçekleştirmediğinin kanıtı değil midir? Eğer dört tane varsa daha fazlası neden olmasın? Tanrının nötr bir güç, yani hiçbir oluşuma müdahale etmeyen bir Cevher olduğunu idrak etmeden, yaratılış bilmecesini çözmek mümkün değildir. Tanrı hiçbir şeye müdahale etmediği için adil sıfatını koruyabilmekte, her yaratığa ne olmak istiyorsa o olabilmesi için izin vermektedir. Müdahaleci tanrı putperestlerin tanrısıdır, tevhit inancının Tanrısı ise yapıp eden değil, izin veren, serbest bırakan bir Tanrıdır.
Sonuç olarak, insan ruhunu defalarca maddi dünyalarda deneyime zorlayan sır, önce maddeyi yüceltmek, sonra yaratmak, daha sonra da yönetmekle ilgilidir. İnsanın yeryüzünde Tanrı halifesi olmasının anlamı da budur. Tanrının yapabildiği her şeyi, ondan tezahür eden parçanın, yani insan ruhunun da yapabilmesinde bir terslik yoktur.
Reenkarnasyon, insan ruhunun her seferinde değişik bir bedene bürünerek maddi dünyalara inip deneyim geçirmesidir. Bu konuda akla gelen ilk soru şudur: Ruh deneyime neden ihtiyaç duyar? Ruhun deneyim geçirmesi, doğal olarak onun kusurlu ve eksik bir varlık olduğunu düşündürür insana. Acaba insan ruhu kusurlu mudur, yoksa kusursuz mu? Ruh elbette kusursuzdur, Tanrıdan tezahür eden parçanın kusurlu olduğunu düşünmek, bütünün de, yani Tanrının da kusurlu olduğunu ima eder. Öyleyse insan ruhu neden deneyim için maddi dünyalara inmektedir?
Aslında bu sorunun yanıtı basittir. Ruh dünyalara maddeyi yüceltmek için iner, çünkü evrensel yasa, evrim skalasındaki her varlığın bir alttakini yüceltmek zorunda olduğunu söyler. Kozmik sistemin evrim motoru böyle çalışır, olgunlaşmak zorunlu olarak başkalarını da olgunlaştırmayı gerektirir, aksi takdirde bu devasa çarkın saat gibi işlemesi imkansız hale gelirdi. Kısaca, sistemin bir kaos değil de bir kozmos olarak işlev yapması bu evrensel yasaya bağlıdır denebilir.
Bu olgu da kaçınılmaz olarak şu soruyu akla getirir: İnsan ruhu maddeyi yüceltme görevini nasıl yerine getirir? Örneğin, evlerimizde beslediğimiz kedi ve köpekleri ya da kuşları ele alalım. Onlarla dostluk kurduğumuz her seferinde, bu yaratıklara hayvan ruhunda bulunmayan bir özellik, yani bireysellik bilinci kazandırır, bazı insani niteliklerimizi onlara da aşılarız. Kedi, köpek ve kuşlarımız artık bizim gibi sevinmeye, üzülmeye, küsmeye, hatta şaka yapmaya alışırlar! Ama bu arada biz de onlardan bir şeyler öğreniriz, örneğin köpekler bize sadakatin ne olduğunu öğretirler. İşte bu karşılıklı ilişki hem bizi, hem de hayvanları olgunlaştırır. Üstelik söz konusu ilişki sadece hayvanlarla sınırlı değildir, aynı zamanda bitkileri de kapsar. Örneğin, sevgi sözcükleriyle yetiştirilen bir çiçek daha çabuk boy atar, domates tarlada çürümektense, bir insan tarafından tüketilmekten haz duyar, çünkü kendinden üstün bir organizmaca özümsenerek onurlandırılmış olur. Ağaçlarla, kayalarla, hatta toprakla kurduğumuz ilişki de böyledir. Bir ağaç ya da kaya, kendisine gösterdiğimiz özel ilginin farkındadır, bu yüzden bizden hoşnuttur! İnsan ruhu için bundan daha yüce bir amaç düşünülebilir mi?
Ama insan ruhunun görevi burada bitmez, maddeyi yüceltmeyi öğrendiği oranda dünyalar yaratıp yönetmeyi de öğrenir. Belirli bir düzeye gelen insan ruhuna, örneğin bir gezegen yaratma ve onu yönetme yetkisi verilebilir. Geceleri gökyüzünde parlayan yıldızların her biri kemale ermiş bir ruhun bedenidir, biz aslında yıldızlara değil, gelişmiş bir ruhun bedenine bakmaktayız! Örneğin şu güzelim dünyamız, Dünya Rabbi denen ruhun bedeninden başka bir şey değildir! Gezegenler, galaksiler, evrenler yaratmak ve onları yönetmek, işte insan ruhunun maddi dünyalardaki deneyiminin meyveleri bunlardır.
Tanrının sihirli bir değnekle evrenleri yaratıp tek başına yönettiğini söylemek safdilliktir, çünkü Tanrının yaratma ve yönetmeyle hiçbir ilgisi yoktur. O sadece olur, yani yaratılışı ayakta tutan bilinç ışığını ya da kozmik enerjiyi boşluğa yayar. Gerisi kemale ermiş varlıkların işidir, evrenleri yaratıp yönetmek, kozmik yasaları uygulamak, hatta insan bedenini ilahi murada uygun şekilde dizayn etmek bile onlara aittir! Sıradan birinin, insan ruhunun yeteneklerine bu kadar geniş açıdan bakmasını beklemek pek gerçekçi olmaz, hala putperestliğin Tanrı anlayışını sürdüren insanoğlu bu büyük tabloyu görmekten acizdir. Basit bir dünya şirketinde bir sürü müdür, müdür yardımcısı ve amir olmasını gayet doğal karşılar, ama koskaca evrende Tanrının gelişmiş varlıklardan oluşan bir hiyerarşiye sahip olmasını yadırgar. Varlığını yüzeysel olarak kabul ettiğimiz Mikail, Cebrail, İsrafil, Azrail gibi melekler, Tanrının her işini sihirli bir değnekle gerçekleştirmediğinin kanıtı değil midir? Eğer dört tane varsa daha fazlası neden olmasın? Tanrının nötr bir güç, yani hiçbir oluşuma müdahale etmeyen bir Cevher olduğunu idrak etmeden, yaratılış bilmecesini çözmek mümkün değildir. Tanrı hiçbir şeye müdahale etmediği için adil sıfatını koruyabilmekte, her yaratığa ne olmak istiyorsa o olabilmesi için izin vermektedir. Müdahaleci tanrı putperestlerin tanrısıdır, tevhit inancının Tanrısı ise yapıp eden değil, izin veren, serbest bırakan bir Tanrıdır.
Sonuç olarak, insan ruhunu defalarca maddi dünyalarda deneyime zorlayan sır, önce maddeyi yüceltmek, sonra yaratmak, daha sonra da yönetmekle ilgilidir. İnsanın yeryüzünde Tanrı halifesi olmasının anlamı da budur. Tanrının yapabildiği her şeyi, ondan tezahür eden parçanın, yani insan ruhunun da yapabilmesinde bir terslik yoktur.