İYİ VE KÖTÜ
Oldum olası iyiyle kötünün düşman kardeşler olduğu söylenir. İnsan ya iyidir ya kötü, ya Tanrıya hizmet eder ya da şeytana! Salt değer yargıları değil, ödülleri bile farklıdır onların, iyiler cennete, kötüler cehenneme giderler. Kısaca, Tanrının evreni iki zıt kutba bölünmüş gibidir, bir yanda iyi vardır, öte yanda kötü. Oysa Tanrıya bizden daha yakın bir bilge, bu konudaki zanlarımızı alt üst edecek şeyler söylüyor: “Evrende varlıkların evrimine özel bir amaçla hizmet eden, fakat onları daima çelmeleyen bir prensip çalışır. Bu prensip hem ruhi hem de maddi olarak tezahür eder. Elbette her devrenin (siklusun) sonunda pozitifin ve hayrın varlıkları, içinde bulundukları realitenin şeriatinden kurtarılıp üstün bir hayata alınırlar.” Varlıkların evrimine özel bir amaçla hizmet eden, fakat onları sürekli çelmeleyen bu prensip ne olabilir? Bu üstü kapalı ifadeyi bilge şöyle açıklığa kavuşturuyor: “Nefsaniyet ya da şeytandan söz edildiğinde, geri bir planın etkisini anlamalısınız. O geri plan zaten vardır ve sabittir. Nefsaniyet ya da şeytan o plana adaptasyonunuzdur. Ona muhtaç olan sonsuz varlık sistemleri vardır, herkes oradan geçer ve tesir alır. Nefsaniyet derken, onun size etkisi değil, sizin ona adapte olmanız söz konusudur.”
Nefsaniyet ya da şeytan sandığımız şeyin, aslında geri bir planın etkisi olması çok garip! Üstelik bilge bu planın her zaman var olduğunu, sabit olduğunu söylüyor. Sonsuz varlık sistemleri neden ona muhtaç olsunlar? Eğer bencilliğimiz bu geri planın tesirlerine adapte olmamızdan kaynaklanıyorsa, sonuçta kötülüğü seçen biz değil miyiz? Bilge bu soruları da şöyle yanıtlıyor: “Yüksek tesirler insanda vicdan tarzında meydana gelirler. Geri tesirler ise, sanıldığı gibi nefs tarzında meydana gelmezler, çünkü nefs varlığın özünde bulunan bir şey değildir. Bencillik sonradan oluşur, yani ruhun bedenlenmesiyle ortaya çıkar. Görünüşte geri tesirlerin beslendiği kaynak bencillik gibi görünür, oysa evrende bu görevi yapan bir tesir alanı vardır. Bu alan kutsal metinlerde iğvaya düşürücü şeytan olarak sembolize edilir. Maddeden, yani bedenden yayılan tesir, bu tesir alanından yayılan tesirle aynı şey değildir. Madde belirli bir realitenin ifadesidir, onun da yüksek ve geri şeklinde sınıflandırılacak tesir kademeleri vardır, tıpkı ruhi planların olduğu gibi. Aslında maddi tesir sizi saptıramaz, çünkü insan ruhu bedene daima hakimdir. Yalnız bu hakimiyeti bazen otomatizma içerisinde, bazen bir takım pratiklerle, daha ileri safhalarda ise şuurlu olarak gerçekleştirir. Oysa insanı saptıran gerçek geri tesirlere insan hakim değildir. Farkı anlayabiliyor musunuz?”
Oysa biz her zaman maddeden, yani bedenimizden ve çevremizden yayılan geri tesirlerin etkisinde kaldığımızı düşünmüş, birilerinin ya da birşeylerin bizi kötülüğe sevk ettiğine inanmışızdır. Daha düşük titreşime sahip maddenin, ruhumuzun yüksek titreşimlerini bastırıp benliğimizi etkilemesi elbette inandırıcı değil. Bu noktada insanın aklına şu soru takılıyor: Eğer insan gerçek geri tesirlere hakim değilse, onların etkisinden nasıl kurtulacak? Bu durumda insanoğlu kontrol edemediği bir gücün kurbanı olmaz mı? Bilge bu konudaki kuşkularımızı şöyle gideriyor: “Yüksek ruhi tesir nasıl ayrım yapmadan her varlığa nüfuz ediyorsa, geri tesirler de öyle nüfuz eder. Geri tesirler de kademe kademedir, eğer tüm şiddetiyle insanlar üzerinde etkili olsalardı, evrimleşmeniz imkansız olurdu. Tanrının rahim ve rahman (esirgeyen ve bağışlayan) oluşu, tesirler açısından bunu ifade eder, yani gelişmeniz için tertip edilmiş geri tesirlerin darbelerine, yine gelişmeniz için tertip edilmiş olumlu tesirlerle engel olunur. İşte şefaat budur. Realite yükseldikçe geri tesirler daha az yer işgal ederler. Siz insan olarak geri tesirleri nefsaniyetle paralel görmeye eğilimlisiniz, evrendeki gizli tesir şebekeleri hakkında hiçbir bilgiye sahip değilsiniz. Dünyanın özel bir hale tabi olduğunu bilmezsiniz. Bu özelliğin en belirgin noktası, düalitenin (zıtların) varlığıdır, bu yüzden geri tesir planının etkisindesiniz.”
İnanmak zor olsa da, iyi ve kötü tesir konusunda ilahi bir düzenlemeyle karşı karşıya olduğumuz aşikar. İnsan olarak bu tesir şebekelerini kale almamak gibi bir lüksümüz yok, ama iyiyle kötü arasında tercih yapma hakkımız var, yani kaderimiz Tanrısal bir dayatma altında değil! Beyaz Kartal adıyla dünya insanlığına mesajlar veren bir başka bilge, iyi ve kötü tesir şebeklerinin insanın evrimine nasıl katkıda bulunduğunu şöyle açıklıyor: “Yaşamın iyi ve kötüden oluşan iki yönü vardır. Bir yanda Rabbimizin ve üstat İsa’nın yönetimi altında çalışan iyiler, yani hayır güçleri, öte yanda kötü denen ordular, yani şer güçleri. Karanlık meleklerinin fonksiyonu, ışık meleklerininkinden farklı olmakla birlikte, onlar da kozmosun ve Tanrının yasası dahilinde çalışırlar. Kötülük ya da karanlık dediğiniz güçler de sonsuz kudretin denetimi altındadır. Aksi halde tam bir karmaşa olur, çağlar boyunca dinleri beslemiş gizli öğreti ekollerine güven kalmazdı, Tanrıya ve sevgiye güvenmez olurdunuz. Daima ışığın izleyicilerine yol gösteren, kargaşadan iyilik çıkaran sonsuz bir güç vardır. Dünyanın üstündeki ruhsal düzeylere yükseldiğinizde, ışıkla karanlığın aslında bir olduğunu, çekişmenin sona erdiğini ve uyumun hakim olduğunu görürsünüz. Bunu öğrenmek sizin için sürpriz olur! Yaşam karanlık olmadan süremez, karanlık kontrast yaratarak ışığın gücünü belirginleştirir, evrim için bu gereklidir.” Bilgenin bu açıklamasından, kötülüğün Tanrının kullandığı bir enstrüman, üstelik kargaşadan iyilik çıkaran bir enstrüman olduğunu öğreniyoruz. Dünyanın üstündeki ruhsal düzeylerde ışıkla karanlığın aynı şey olması, karanlığın kendine özgü bir varlığı olmadığı anlamına geliyor. Kısaca, Tanrının onu insanın evrimi için bir araç olarak kullandığı anlaşılıyor.
Bu noktada doğal olarak insanın aklına şu sorular takılıyor. Eğer karanlık da tıpkı ışık gibi Tanrının denetimindeyse, bu Tanrının aynı zamanda yıkıcı bir güç olduğu anlamına gelmiyor mu? Acaba karanlık Tanrının denetiminden çıkarak ışığa galebe çalabilir mi, yani kötülük iyiliği yenebilir mi ? Bilge bu soruları şöyle yanıtlıyor: “Şimdi diyebilirsiniz ki, Tanrı aynı zamanda yıkıcı mıdır? Bir bakıma öyledir, Hinduların yıkıcı tanrısı Şiva’ya benzetilebilir. Ama bu yıkıcı unsur kendini yapıcı olarak ortaya koyar. Bu yüzden, karanlık meleklerinin evrim düzeninde kendine özgü bir yeri vardır. Tüm mesele dengedir, pozitif ve negatifin dengesi, makrokozmosla mikrokozmosun dengesi. Daha yüksek bir şuur düzeyinden bakıldığında, hayır ve şerrin mükemmeli oluşturmak ve üstatlık kudretini geliştirmek için birlikte çalışan iki güç olduğu anlaşılır. Zamanı gelince, insanoğlu Altın Çağı oluşturmak için pozitif ve negatif güçleri nasıl birlikte harmanlayacağını öğrenecektir. Karanlık meleklerinin faaliyeti, ışık meleklerininkini tamamlayıcı mahiyettedir. Bu iki güç insana bünyesindeki Tanrısallığın şuurunu kazandırır, amacı budur. Şimdi şöyle düşünebilirsiniz, karanlık melekleri ışık meleklerine galebe çalıp insanlığın yıkımına yol açabilirler mi? Cevabım hayırdır, çünkü karanlık melekleri bir yere kadar gidebilirler, daha öteye geçemezler, kendilerini etkisiz kılacak kozmik yasalara takılırlar. Tanrı, evrenin kontrolünün dışına çıkmasına izin vermez, onun iradesinin dışında hiçbir şey olamaz.”
Bir bilgeyle sıradan insan arasındaki fark, her iki bilgenin söyledikleri dikkatle gözden geçirildiğinde ayan beyan ortaya çıkıyor. İnsanoğlu iyi ve kötüye uzlaşmaz kardeşler gibi bakarken, bilge onları Tanrının kullandığı insanı evrimleştiren birer araç gibi görüyor.
Biz iyiliği Tanrıya, kötülüğü şeytana mal ederken, bilge her ikisinin kaynağının da Tanrı olduğunu söylüyor. Biz iyiyle kötü arasındaki savaşın ebedi olduğuna inanırken, bilge bu savaşın dünyayla sınırlı olduğuna vurgu yapıyor. Biz iyi ya da kötüyü varlık sebebimiz haline getirirken, bilge insanın varlık sebebinin iyi ya da kötü değil, evrim olduğunu söylüyor. Biz iyiyi övüp kötüyü yererken, bilge onları tarafsız bir gözle ve hoşgörüyle değerlendiriyor. Biz iyiyi alıkoyup kötüyü kaldırıp atarken, bilge her ikisinin de gerekli olduğunu, Tanrının onlardan vazgeçemeyeceğini söylüyor. İki bakış arasındaki fark, Tanrıyla insan arasındaki fark gibi! Tanrının olaylara ve değer yargılarına bakışıyla, insanın bakışı arasında elbette dağlar kadar fark var. Eğer insan Tanrının vizyonuna sahip olabilseydi, zaten dünyada acı çekmesi gerekmezdi. Anlaşılan, iyiyle kötüye Tanrının gözüyle bakmayı öğreninceye kadar, değişik bedenler içinde dünyayı ziyaret etmeye devam edeceğiz!
Oldum olası iyiyle kötünün düşman kardeşler olduğu söylenir. İnsan ya iyidir ya kötü, ya Tanrıya hizmet eder ya da şeytana! Salt değer yargıları değil, ödülleri bile farklıdır onların, iyiler cennete, kötüler cehenneme giderler. Kısaca, Tanrının evreni iki zıt kutba bölünmüş gibidir, bir yanda iyi vardır, öte yanda kötü. Oysa Tanrıya bizden daha yakın bir bilge, bu konudaki zanlarımızı alt üst edecek şeyler söylüyor: “Evrende varlıkların evrimine özel bir amaçla hizmet eden, fakat onları daima çelmeleyen bir prensip çalışır. Bu prensip hem ruhi hem de maddi olarak tezahür eder. Elbette her devrenin (siklusun) sonunda pozitifin ve hayrın varlıkları, içinde bulundukları realitenin şeriatinden kurtarılıp üstün bir hayata alınırlar.” Varlıkların evrimine özel bir amaçla hizmet eden, fakat onları sürekli çelmeleyen bu prensip ne olabilir? Bu üstü kapalı ifadeyi bilge şöyle açıklığa kavuşturuyor: “Nefsaniyet ya da şeytandan söz edildiğinde, geri bir planın etkisini anlamalısınız. O geri plan zaten vardır ve sabittir. Nefsaniyet ya da şeytan o plana adaptasyonunuzdur. Ona muhtaç olan sonsuz varlık sistemleri vardır, herkes oradan geçer ve tesir alır. Nefsaniyet derken, onun size etkisi değil, sizin ona adapte olmanız söz konusudur.”
Nefsaniyet ya da şeytan sandığımız şeyin, aslında geri bir planın etkisi olması çok garip! Üstelik bilge bu planın her zaman var olduğunu, sabit olduğunu söylüyor. Sonsuz varlık sistemleri neden ona muhtaç olsunlar? Eğer bencilliğimiz bu geri planın tesirlerine adapte olmamızdan kaynaklanıyorsa, sonuçta kötülüğü seçen biz değil miyiz? Bilge bu soruları da şöyle yanıtlıyor: “Yüksek tesirler insanda vicdan tarzında meydana gelirler. Geri tesirler ise, sanıldığı gibi nefs tarzında meydana gelmezler, çünkü nefs varlığın özünde bulunan bir şey değildir. Bencillik sonradan oluşur, yani ruhun bedenlenmesiyle ortaya çıkar. Görünüşte geri tesirlerin beslendiği kaynak bencillik gibi görünür, oysa evrende bu görevi yapan bir tesir alanı vardır. Bu alan kutsal metinlerde iğvaya düşürücü şeytan olarak sembolize edilir. Maddeden, yani bedenden yayılan tesir, bu tesir alanından yayılan tesirle aynı şey değildir. Madde belirli bir realitenin ifadesidir, onun da yüksek ve geri şeklinde sınıflandırılacak tesir kademeleri vardır, tıpkı ruhi planların olduğu gibi. Aslında maddi tesir sizi saptıramaz, çünkü insan ruhu bedene daima hakimdir. Yalnız bu hakimiyeti bazen otomatizma içerisinde, bazen bir takım pratiklerle, daha ileri safhalarda ise şuurlu olarak gerçekleştirir. Oysa insanı saptıran gerçek geri tesirlere insan hakim değildir. Farkı anlayabiliyor musunuz?”
Oysa biz her zaman maddeden, yani bedenimizden ve çevremizden yayılan geri tesirlerin etkisinde kaldığımızı düşünmüş, birilerinin ya da birşeylerin bizi kötülüğe sevk ettiğine inanmışızdır. Daha düşük titreşime sahip maddenin, ruhumuzun yüksek titreşimlerini bastırıp benliğimizi etkilemesi elbette inandırıcı değil. Bu noktada insanın aklına şu soru takılıyor: Eğer insan gerçek geri tesirlere hakim değilse, onların etkisinden nasıl kurtulacak? Bu durumda insanoğlu kontrol edemediği bir gücün kurbanı olmaz mı? Bilge bu konudaki kuşkularımızı şöyle gideriyor: “Yüksek ruhi tesir nasıl ayrım yapmadan her varlığa nüfuz ediyorsa, geri tesirler de öyle nüfuz eder. Geri tesirler de kademe kademedir, eğer tüm şiddetiyle insanlar üzerinde etkili olsalardı, evrimleşmeniz imkansız olurdu. Tanrının rahim ve rahman (esirgeyen ve bağışlayan) oluşu, tesirler açısından bunu ifade eder, yani gelişmeniz için tertip edilmiş geri tesirlerin darbelerine, yine gelişmeniz için tertip edilmiş olumlu tesirlerle engel olunur. İşte şefaat budur. Realite yükseldikçe geri tesirler daha az yer işgal ederler. Siz insan olarak geri tesirleri nefsaniyetle paralel görmeye eğilimlisiniz, evrendeki gizli tesir şebekeleri hakkında hiçbir bilgiye sahip değilsiniz. Dünyanın özel bir hale tabi olduğunu bilmezsiniz. Bu özelliğin en belirgin noktası, düalitenin (zıtların) varlığıdır, bu yüzden geri tesir planının etkisindesiniz.”
İnanmak zor olsa da, iyi ve kötü tesir konusunda ilahi bir düzenlemeyle karşı karşıya olduğumuz aşikar. İnsan olarak bu tesir şebekelerini kale almamak gibi bir lüksümüz yok, ama iyiyle kötü arasında tercih yapma hakkımız var, yani kaderimiz Tanrısal bir dayatma altında değil! Beyaz Kartal adıyla dünya insanlığına mesajlar veren bir başka bilge, iyi ve kötü tesir şebeklerinin insanın evrimine nasıl katkıda bulunduğunu şöyle açıklıyor: “Yaşamın iyi ve kötüden oluşan iki yönü vardır. Bir yanda Rabbimizin ve üstat İsa’nın yönetimi altında çalışan iyiler, yani hayır güçleri, öte yanda kötü denen ordular, yani şer güçleri. Karanlık meleklerinin fonksiyonu, ışık meleklerininkinden farklı olmakla birlikte, onlar da kozmosun ve Tanrının yasası dahilinde çalışırlar. Kötülük ya da karanlık dediğiniz güçler de sonsuz kudretin denetimi altındadır. Aksi halde tam bir karmaşa olur, çağlar boyunca dinleri beslemiş gizli öğreti ekollerine güven kalmazdı, Tanrıya ve sevgiye güvenmez olurdunuz. Daima ışığın izleyicilerine yol gösteren, kargaşadan iyilik çıkaran sonsuz bir güç vardır. Dünyanın üstündeki ruhsal düzeylere yükseldiğinizde, ışıkla karanlığın aslında bir olduğunu, çekişmenin sona erdiğini ve uyumun hakim olduğunu görürsünüz. Bunu öğrenmek sizin için sürpriz olur! Yaşam karanlık olmadan süremez, karanlık kontrast yaratarak ışığın gücünü belirginleştirir, evrim için bu gereklidir.” Bilgenin bu açıklamasından, kötülüğün Tanrının kullandığı bir enstrüman, üstelik kargaşadan iyilik çıkaran bir enstrüman olduğunu öğreniyoruz. Dünyanın üstündeki ruhsal düzeylerde ışıkla karanlığın aynı şey olması, karanlığın kendine özgü bir varlığı olmadığı anlamına geliyor. Kısaca, Tanrının onu insanın evrimi için bir araç olarak kullandığı anlaşılıyor.
Bu noktada doğal olarak insanın aklına şu sorular takılıyor. Eğer karanlık da tıpkı ışık gibi Tanrının denetimindeyse, bu Tanrının aynı zamanda yıkıcı bir güç olduğu anlamına gelmiyor mu? Acaba karanlık Tanrının denetiminden çıkarak ışığa galebe çalabilir mi, yani kötülük iyiliği yenebilir mi ? Bilge bu soruları şöyle yanıtlıyor: “Şimdi diyebilirsiniz ki, Tanrı aynı zamanda yıkıcı mıdır? Bir bakıma öyledir, Hinduların yıkıcı tanrısı Şiva’ya benzetilebilir. Ama bu yıkıcı unsur kendini yapıcı olarak ortaya koyar. Bu yüzden, karanlık meleklerinin evrim düzeninde kendine özgü bir yeri vardır. Tüm mesele dengedir, pozitif ve negatifin dengesi, makrokozmosla mikrokozmosun dengesi. Daha yüksek bir şuur düzeyinden bakıldığında, hayır ve şerrin mükemmeli oluşturmak ve üstatlık kudretini geliştirmek için birlikte çalışan iki güç olduğu anlaşılır. Zamanı gelince, insanoğlu Altın Çağı oluşturmak için pozitif ve negatif güçleri nasıl birlikte harmanlayacağını öğrenecektir. Karanlık meleklerinin faaliyeti, ışık meleklerininkini tamamlayıcı mahiyettedir. Bu iki güç insana bünyesindeki Tanrısallığın şuurunu kazandırır, amacı budur. Şimdi şöyle düşünebilirsiniz, karanlık melekleri ışık meleklerine galebe çalıp insanlığın yıkımına yol açabilirler mi? Cevabım hayırdır, çünkü karanlık melekleri bir yere kadar gidebilirler, daha öteye geçemezler, kendilerini etkisiz kılacak kozmik yasalara takılırlar. Tanrı, evrenin kontrolünün dışına çıkmasına izin vermez, onun iradesinin dışında hiçbir şey olamaz.”
Bir bilgeyle sıradan insan arasındaki fark, her iki bilgenin söyledikleri dikkatle gözden geçirildiğinde ayan beyan ortaya çıkıyor. İnsanoğlu iyi ve kötüye uzlaşmaz kardeşler gibi bakarken, bilge onları Tanrının kullandığı insanı evrimleştiren birer araç gibi görüyor.
Biz iyiliği Tanrıya, kötülüğü şeytana mal ederken, bilge her ikisinin kaynağının da Tanrı olduğunu söylüyor. Biz iyiyle kötü arasındaki savaşın ebedi olduğuna inanırken, bilge bu savaşın dünyayla sınırlı olduğuna vurgu yapıyor. Biz iyi ya da kötüyü varlık sebebimiz haline getirirken, bilge insanın varlık sebebinin iyi ya da kötü değil, evrim olduğunu söylüyor. Biz iyiyi övüp kötüyü yererken, bilge onları tarafsız bir gözle ve hoşgörüyle değerlendiriyor. Biz iyiyi alıkoyup kötüyü kaldırıp atarken, bilge her ikisinin de gerekli olduğunu, Tanrının onlardan vazgeçemeyeceğini söylüyor. İki bakış arasındaki fark, Tanrıyla insan arasındaki fark gibi! Tanrının olaylara ve değer yargılarına bakışıyla, insanın bakışı arasında elbette dağlar kadar fark var. Eğer insan Tanrının vizyonuna sahip olabilseydi, zaten dünyada acı çekmesi gerekmezdi. Anlaşılan, iyiyle kötüye Tanrının gözüyle bakmayı öğreninceye kadar, değişik bedenler içinde dünyayı ziyaret etmeye devam edeceğiz!