Aykırı Yazılar

Bu blogda, 40 yıl boyunca kaleme aldığım makaleleri okuyacaksınız. Genelde tasavvufi konulara eğilen söz konusu yazılar, ezelden beri insanoğlunun aklını kurcalayan bazı temel sorunlara açıklık getirme iddiasındadır.

14 Nisan 2009 Salı

EZEL VE EBET

Ezel ve ebet denince, insanoğlu başlangıcı olmayan bir başlangıcı, sonu olmayan bir sonu anlar, ona göre ezel de ebet de dipsiz kuyudur! Gerçekten öyle midir? İnsan sonsuzluğu idrak edebilecek kadar yetkin bir varlık mıdır, gözünün önünü bile görmekten acizken, aşkın sonsuzluğu kavrayabilir mi?
Zamansız boşluktan gelen üstadın sesi kavrayamayacağını söylüyor: “İnsan varlığı sadece bir ışık olarak bu küreye uğrar ve gider. Dünyanın varlığı insanın varlığıyla kaim değildir. Dünyanızda pek çok Ademler doğmuş, pek çok Ademler yok olmuştur. Kutsal kitabınızda sözü edilen Adem, bu neslin evrim basamağını oluşturan bireyin adıdır. Bu yüzden, ezel ve ebet derken ezel ve ebedi sonsuz anlamında anlamayınız. Dünyanız hayli eski bir fizik küredir. Bu fizik kürenin maddi yapısı kendine özgü bir özellik taşır, evrimleşecek varlıkların maddi tesir gereksinimlerine göre kimlik değiştirir. Pek çok nesiller gelip geçmiştir, Kuran’da sözü edilen yok olmuş çeşitli kavimler bu gelip geçmiş kavimlerdir, bunlar ayrı evrim düzenine tabi olan varlık gruplarıdır. Sizlerle onların arasında daima bir tufan olagelmiştir. Her tufan maddi bir siklusun sonunu ve bir diğerinin başlangıcını ifade eder. Tüm kutsal metinlerinizde sözü edilen insan, en son tufanın ertesinde enkarne olmuş varlıktır. İşte ezel o noktadadır, ebet ise yeni bir tufanın meydana gelmesi demektir.”
Bilgenin dediği gibi, ezel ve ebedimiz eğer Ademle başlayıp bir tufanla sona eriyorsa, çektiğimiz bunca ıstırap ve sıkıntının anlamı nedir? Ezelle ebet arasında bizden ne yapmamız bekleniyor? Bir tufanla başlatılıp bir diğeriyle yok edileceksek, bu oyuna neden katlanıyoruz? Bilge bu soruları şöyle yanıtlıyor: “Yeryüzü gerçekten bir harman yeridir! Savrulur ve toplanır, ekilir, savrulur, toplanır! İncil’de, Kuran’da, Tevrat’ta buna ait birçok ayet vardır. Dünyanız hasat yeridir, burada her varlık evrimleşemez.” Demek ki ekilip savrulup toplanmamızın amacı evrimleşmek, demek ki bu hasat yerinde bunca çile evrim için çekiliyor, demek ki insan Tanrısal benliğine kavuşabilmek için evrimleşmek zorunda.
İnsanoğlu ezel ve ebedi sonsuzluk olarak algıladığı için, çekeceği ıstırap ya da tadacağı mutluluk da sonsuz olacak sanır, bu yüzden ebedi cennet ve cehennemler yaratır. Yanlış zanlar üzerine kurulmuş bu yanlış binaları bilge şöyle yıkıyor: “Ezel ve ebediniz belirli bir sınırı barındırdığına göre, ebedi cennet ve cehenneminiz de belirli bir hali ifade eder. Bu hal, beden içindeki ruhun idrak edemeyeceği bazı ruhi karmaşa veya hazların sürekliliğini ortaya koymak içindir. Tüm sorun, varlığın üstün bir şuura ulaşabilmesindeki çabadır. Bu çaba, dünya maddesiyle bağlantıya geçişinden başlayıp, bağlantıyı kopardığı güne kadar devam edecektir. Varlığın halledemediği herhangi bir ruh hali, o varlık için sürekli bir ıstırap veya sürekli bir mutluluk hali doğurabilir. İşte varlık ebede kadar, yani yeni bir siklusun meydana gelişine kadar aşılamayacak bir kader içine kendini hapsetmişse ıstırabı ebedi demektir. Bu kapı açıldıktan sonra, yani varlık daha üstün bir şuurun içinde uygulamaya geçtikten sonra, ıstırap ebedilikten çıkmış, geride bırakılmış olur. Çünkü Mutlak Allah mutlak derecede adil ve evrim mutlak derecede sonsuzdur. Hiçbir ıstırap ve mutluluk sonsuz olamaz.”
Bilge, kutsal metinlerde sözü edilen ebedi cennet ve cehennemin ne olduğunu anlatırken, iki siklus arasında geçen sürenin bizim için sonsuzluk ifade edebileceğini, ama bunun anladığımız anlamda bir sonsuzluk olmadığını söylüyor: “Kutsal metinlerdeki ebedi cennet ve ebedi cehennem hali, doğrudan doğruya iki devrenin ifadesidir, yani sizin ezelinizle ebediniz arasındadır. Gerçekten de, bir varlık yeni bir siklusla kendine apaçık bilgiler verilinceye kadar maddeyle bağlantısını devam ettirmek, sürekli sınavlar, sürekli tesir alış verişleriyle hemen hemen tek fazlı bir kanaldan beslenmek zorundadır. Bu şüphesiz varlık için ya devamlı ıstırap ya da devamlı mutluluktur. Nöbetleşe de olabilir, öyle ki varlığın ne ıstırabı ne de mutluluğu bir türlü son bulmaktadır. Bu ebet dediğiniz yeni bir siklusun başlangıcına kadar devam eder.”
Görüldüğü gibi, sonsuzluğu bir siklusa eşitlemek büyük yanılgıdır, çünkü gerçek ezel ve ebet idrak alanımızın çok ötesindedir. İnsan henüz kendi özünün ezeli ve ebedi olduğunu kavrayamamışken, sonsuzluğu nasıl kavrayabilir? İki Adem arasındaki sürenin, yani bir siklusun yaklaşık 26 bin yıl olduğu söylenir, bu süre bizim için ezel ve ebedi temsil etse de, asla gerçek sonsuzluk değildir. Bizden daha gelişmiş varlıkların bile idrak edemeyeceği aşkın sonsuzluğu, zaman kavramıyla düşünmeye alışmış bizim gibi zavallı varlıkların kavraması çok zordur. Birçok Adem neslinin gelip geçtiği dünyada, ezel ve ebedimizin iki Adem arasına sıkıştırıldığını öğrenmek doğrusu insanı hayal kırıklığına uğratıyor, yaratılış konusundaki bilgilerimizin ne kadar sığ olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.