ARMAGEDON
İncil’de, Yuhanna’nın Vahyi’nin 16. babında, iyilerle kötülerin son hesaplaşmayı Armagedon’da yapacakları yazılı. Peki ama nerde bu Armagedon? Bir rivayete göre, İsrail’deki Megido Ovası’nda hayrın ve şerrin orduları karşı karşıya dizilip insanlığın yazgısını belirleyecek son bir savaşa tutuşacakmış! Oysa vahiyde savaş alanının yeri konusunda hiçbir açıklama yok.
Aslında son savaşın yapılacağı yer sanıldığının aksine çok dar bir alana, küçücük bir yere sıkıştırılmış! Besbelli Tanrı son hesaplaşmanın mucizevi bir yerde yapılmasını dilemiş, bir esrar perdesine sararak savaş alanını insanoğlunun idrakinden gizlemiş!
Bize göre Armagedon BEDEN’de, yani insan bedeni denen mabette! Hem en küçük, hem de alabildiğine büyük bir savaş meydanı orası. Vicdanın ve egonun ordularının karşı karşıya geldiği o mabette şimdi kıyasıya bir savaş zaten yaşanıyor. Eski yılan (ego) tüm marifetlerini sergileyerek düşmanını yenilgiye uğratmak için amansız bir çaba harcamakta, vicdan ise Tanrının vaadine güvenerek şimdilik ayakta kalmaya çalışmakta. Savaş o denli acımasız ki, insan bedeni depreme uğramış gibi sarsılmakta, acılar içinde kıvranmakta. Ruhi bunalımlarla, kimlik arayışlarıyla körüklenen gerginlik günümüzde insanı esir almış gibi. Aslında stres denen şey çağımıza has bir hastalık değil, son hesaplaşmaya özgü bir çığlık, egoyla vicdan arasındaki savaşın bedende yarattığı gerilimin sonucu. Çatışma, bedenin tüm kimyasını değiştirerek insana acı vermekte, ama öte yandan hem bireyin, hem de toplumun yapısında yeni oluşumlara kapı aralamakta. Başka bir deyişle, stres, şafaktan önceki karanlık gibi, değişime, dönüşüme zemin hazırlayan karanlık gibi!
Son hesaplaşmanın belirtilerinden biri de, maddi değerlere duyulan açlığın çağımızda giderek tırmanması. İnsan maddeyi sonuna kadar tüketmeden manaya dönüş yapamayacak gibi görünüyor. Maddi değerlere düşkünlük binlerce yıl vicdanı baskı altında tutmuş, derinlere gömerek işlev yapamaz hale getirmiş. Ama günümüzde insanoğlu vicdanını gömüldüğü bu çukurdan çıkarıp kullanmaya niyetlendi, son dönemde artan ruhsallık arayışları ve dine dönüş çabaları bu niyetin göstergesi. Özellikle batılı genç kuşaklar, içlerindeki boşluğu gidermek için Hintli guruların müritliğine soyunarak kurtuluş arayışına girdiler. Batının maddi refah üzerine inşa ettiği uygarlık bireylere konforlu bir hayat sağladı, ama ruhsal açlığı bir türlü gideremedi. İnsanoğlu madde açlığını gidermeden manaya açılan kapıyı aralayamaz. Tırmanan madde çılgınlığı bir bakıma egonun son çırpınışı, insanın özüne dönüşünün de habercisi!
Kutsal bir savaş ancak kutsal bir mekanda yapılabilir. Ego da, vicdan da Tanrısal tezahürün iki kutbu, beden ise bu kutupların gizlendiği kutsal mabet! Dini metinlerdeki sembolizm çoğu zaman gerçeği gözlerden gizlemekte, ilahi mesajları bir esrar perdesiyle örtmekte! Oysa düz bir mantık bile bu perdeyi aralamakta zorlanmaz. İyilerle kötüler arasında yapılacak amansız bir savaşı falanca ovada filanca tarafın kazanmasının ne anlamı olabilir? Böylesi olsa olsa maddi bir zafer ya da yenilgidir, oysa egonun ve vicdanın savaşı manevi bir savaş, topla tüfekle kazanılamayacak bireysel bir savaş! Egonun bitmez tükenmez istekleriyle, vicdanın tanrısal idealleri arasındaki ezeli çatışma bu. Böyle bir savaş ancak yaratılışın odağında, her şeyin başladığı ve bittiği yerde, yani insan bedeninde yapılabilir. İyiyle kötünün son hesaplaşması ne bir toprak kazandıracak, ne de ekonomik bir kazanç sağlayacak. Son savaş, insanın nefsini terbiye edip vicdanına sahip çıkışıyla sonuçlanacak, böylece Tanrının Adem’e ezelde verdiği söz yerine gelmiş olacak.
İncil’de, Yuhanna’nın Vahyi’nin 16. babında, iyilerle kötülerin son hesaplaşmayı Armagedon’da yapacakları yazılı. Peki ama nerde bu Armagedon? Bir rivayete göre, İsrail’deki Megido Ovası’nda hayrın ve şerrin orduları karşı karşıya dizilip insanlığın yazgısını belirleyecek son bir savaşa tutuşacakmış! Oysa vahiyde savaş alanının yeri konusunda hiçbir açıklama yok.
Aslında son savaşın yapılacağı yer sanıldığının aksine çok dar bir alana, küçücük bir yere sıkıştırılmış! Besbelli Tanrı son hesaplaşmanın mucizevi bir yerde yapılmasını dilemiş, bir esrar perdesine sararak savaş alanını insanoğlunun idrakinden gizlemiş!
Bize göre Armagedon BEDEN’de, yani insan bedeni denen mabette! Hem en küçük, hem de alabildiğine büyük bir savaş meydanı orası. Vicdanın ve egonun ordularının karşı karşıya geldiği o mabette şimdi kıyasıya bir savaş zaten yaşanıyor. Eski yılan (ego) tüm marifetlerini sergileyerek düşmanını yenilgiye uğratmak için amansız bir çaba harcamakta, vicdan ise Tanrının vaadine güvenerek şimdilik ayakta kalmaya çalışmakta. Savaş o denli acımasız ki, insan bedeni depreme uğramış gibi sarsılmakta, acılar içinde kıvranmakta. Ruhi bunalımlarla, kimlik arayışlarıyla körüklenen gerginlik günümüzde insanı esir almış gibi. Aslında stres denen şey çağımıza has bir hastalık değil, son hesaplaşmaya özgü bir çığlık, egoyla vicdan arasındaki savaşın bedende yarattığı gerilimin sonucu. Çatışma, bedenin tüm kimyasını değiştirerek insana acı vermekte, ama öte yandan hem bireyin, hem de toplumun yapısında yeni oluşumlara kapı aralamakta. Başka bir deyişle, stres, şafaktan önceki karanlık gibi, değişime, dönüşüme zemin hazırlayan karanlık gibi!
Son hesaplaşmanın belirtilerinden biri de, maddi değerlere duyulan açlığın çağımızda giderek tırmanması. İnsan maddeyi sonuna kadar tüketmeden manaya dönüş yapamayacak gibi görünüyor. Maddi değerlere düşkünlük binlerce yıl vicdanı baskı altında tutmuş, derinlere gömerek işlev yapamaz hale getirmiş. Ama günümüzde insanoğlu vicdanını gömüldüğü bu çukurdan çıkarıp kullanmaya niyetlendi, son dönemde artan ruhsallık arayışları ve dine dönüş çabaları bu niyetin göstergesi. Özellikle batılı genç kuşaklar, içlerindeki boşluğu gidermek için Hintli guruların müritliğine soyunarak kurtuluş arayışına girdiler. Batının maddi refah üzerine inşa ettiği uygarlık bireylere konforlu bir hayat sağladı, ama ruhsal açlığı bir türlü gideremedi. İnsanoğlu madde açlığını gidermeden manaya açılan kapıyı aralayamaz. Tırmanan madde çılgınlığı bir bakıma egonun son çırpınışı, insanın özüne dönüşünün de habercisi!
Kutsal bir savaş ancak kutsal bir mekanda yapılabilir. Ego da, vicdan da Tanrısal tezahürün iki kutbu, beden ise bu kutupların gizlendiği kutsal mabet! Dini metinlerdeki sembolizm çoğu zaman gerçeği gözlerden gizlemekte, ilahi mesajları bir esrar perdesiyle örtmekte! Oysa düz bir mantık bile bu perdeyi aralamakta zorlanmaz. İyilerle kötüler arasında yapılacak amansız bir savaşı falanca ovada filanca tarafın kazanmasının ne anlamı olabilir? Böylesi olsa olsa maddi bir zafer ya da yenilgidir, oysa egonun ve vicdanın savaşı manevi bir savaş, topla tüfekle kazanılamayacak bireysel bir savaş! Egonun bitmez tükenmez istekleriyle, vicdanın tanrısal idealleri arasındaki ezeli çatışma bu. Böyle bir savaş ancak yaratılışın odağında, her şeyin başladığı ve bittiği yerde, yani insan bedeninde yapılabilir. İyiyle kötünün son hesaplaşması ne bir toprak kazandıracak, ne de ekonomik bir kazanç sağlayacak. Son savaş, insanın nefsini terbiye edip vicdanına sahip çıkışıyla sonuçlanacak, böylece Tanrının Adem’e ezelde verdiği söz yerine gelmiş olacak.